Bir 21. yüzyıl distopyası

Yusuf Alpaslan Özdemir

ı

Edebiyatımızda rüya motifi önemli bir yekûn tutar, pek çok edibimiz rüyanın büyüsünden yararlanmış, gerçeği ve hayali harmanlayan efsunlu metinler ortaya koymuştur. Ödüllü yazar Gürsel Korat da altı yıllık bir sessizlikten sonra gerçeği ve rüyayı harmanlayarak 21. Yüzyılın distopyasını ortaya koyan bir romanla çıka geldi: ‘Uyku Ülkesi’.

Tüm distopyalar gibi romanın satır aralarında günümüz Türkiye’sinin gündem olan- olmayan, toplumsal ve siyasi sorunlarıyla da karşılaşıyoruz; bir bakıma ince ince işlenen, ironiden de beslenen yoğun eleştiriler bunlar. Yazarı yeni bir roman yazmaya sevk eden amiller de bu minvalde zaten, kendisinden dinleyelim; “Temel eşlikçilerim: Zeytinlikleri söküp maden ocağına çevirenler, orman yangınları, insafsız ağaç kesimleri, nükleer santraller, maden faciaları oldu. Tarımdan uzaklaşıp yavaş yavaş apartman ülkesi haline gelmemiz de önemli bir etken sayılmalı. İstanbul Sözleşmesi bu romana ayrı bir güç verdi: Kadınlar için daha da zor bir evrede olduğumuzu bilerek kalemimi yonttuğumu söylemeliyim. Kısacası apartmanların ve şehirlerin yarattığı yıkımı yaşayan ve rüyalarla gerçeği karıştıran bir kadını bu koşullarda ortaya çıkardım ve anlattım.”

‘Uyku Ülke’sinde her şey belli bir plân ve program dahilinde, meselâ romanın merkezindeki anestezi doktoru Sevda Kül’ün uzmanlık alanı uyutmayla ilgilidir. Korat’ın kurguyu Doktor Sevda’nın hastaneye düştüğü zaman gördüğü rüyalarla inşa etmesi yazarın elini rahatlatıyor, söyleyeceklerini ifade etmede özgür bırakıyor bence. Korat da bu avantajı sonuna kadar kullanmış. Öte yandan Korat; distopik romanında karanlık ve karamsar düşüncelerin arasına umut da eklemiş, erilliği ve kabalığı eleştirip kadınları ve nezaketi öne çıkarmış.

&&&

Sevda Kül boşanmış bir anestezi doktorudur ve yalnız yaşamaktadır. Bir gün beyin kanaması geçirir ve hastaneye kaldırılır. Okuduklarını ve duyduklarını anlamada sorunlar yaşamaktadır. Sevgilisiyle yaşayan kızı hemen hastaneye gelir, kocası Fikret ise ikinci evliliğinin arefesindedir. Doktor Sevda hastanede art arda rüyalar görmeye başlar, hatta ‘Uyku Ülkesi Ödülü’ de alır ilk rüyasında. Doktorun uyku Ülkesinde rüyaların uykudan önce başladığı, rüyaların çağrışımlardan öteye geçip inşaatlar yüzünden tek tipleştiği gibi tartışmalar da ihmal edilmez; LBGT’ye, Gezi’ye ve polise/iktidara göndermelerde bulunulur.

Romanda güncel siyasi olayları imleyen atıflar yanında Walt Whitman, Hamlet, Sofokles’in Aias oyunu, Turgenyev’in Babalar ve Oğulları, Orwell’in Hayvan Çiftliği gibi iz bırakmış edip ve eserlere de göndermelerde bulunulur.

Distopya kabul edebileceğimiz bir romanda karamsarlığın, olumsuz nitelemelerin çokluğu beklenen bir durum. Meselâ romanda insanın tanımı şöyle veriliyor; “İnsan uygarlık adı altında kendini tüketip bitiren, kendi özü içindeki doğayı yok eden hasta bir varlık. Boş şeylere inanmakta üstüne yok. İyiliği öğrenebilir ama kötülüğe teslim olur. Bu nedenle kendini mahvetmekle kalmayıp her şeyi yok eden insanlığa esefle bakabiliriz.” Bu alıntı kitapta anlatılanların da yazarının bakış açısının da en güzel örneği bence.

Gürsel Korat sadece anlattıklarıyla değil kelime seçimleriyle de ait olduğu zümreye bağlılığını gösterir. Romanda geçen bazı kelimelerden örnek vereyim; ayrımsamak, görü ölçer, bilgi görü, yönsayar, uçurgan, uçancak, gezencek vd.

Romanda “Yaşadığım şeyler toplumca yaşadıklarımıza benziyor: Çevremizde öylesine işler döndürülüyor ki, parça parça bazı şeyleri anlıyoruz ama bütünü kavramamıza engel olan temel bir mantık yasası var: O da anlamak yasaktır sözüyle açıklanıyor (…) Bir toplumda rüyada görülenlerle yaşananlar arasında bir fark yoksa oranın adı Uyku Ülkesi’dir” diyen anlatıcıya istinaden Korat’ın söyledikleriyle bitireyim yazımı; “Hangimiz bugünlerde “Böyle bir şey olabilir mi?” diye sormadık? Kim “Bu yaşananlar ancak rüyada olur” demedi? Anladığım şu ki, apartman, inşaat, köprü ve yol için çok elverişli bir iktisat düzenimiz var. Bu gibi işler için hemen kredi bulunuyor ve dünya kısa sürede büyük kârlar için mahvediliyor. Adım başı cami yapmak bile inşaat ihalesiyle, para kazanmayla ilgili; din sömürüsü bu işi kolaylaştırıyor. Çünkü inşaatın yapılması kolay, uzay teknolojisi istemiyor ve çok kârlı. Ben buna “New York’un dünyaya ihracı” diyorum. O yüzden söylemem gerek: Yetsin bu betonun, paranın ve hastalığın egemenliği.”

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.