Büyük Dava Adamı Muhsin Yazıcıoğlu’nu rahmet ve saygıyla anarken beni etkileyen hapishane anılarından bir tanesini paylaşmak istedim. Belki çok basit, sıradan gibi görülebilir; ancak, anı da bir dava adamı olmanın derin bir yansımasını gördüm. Yazımın başlığından da anlaşılacağı üzere anının konusu çay; onun için “Bir Bardak Çay” başlığını kullandım. Hapishanede yatan ülkücü gençler çay yüzünden kavga ediyorlar. Dava arkadaşlarının çay yüzünden kavga etmesine içerleyen, bozulan Reis; yaşanan bu duruma tepki gösteriyor ve hapishanede kaldığı müddetçe bir bardak çay içmiyor.
Dava insanı olmak kolay değil; fedakârlık ister, cefa ister gerekirse kan ister, can ister! Ömrünü Türk-İslam birliğinin kurulmasına İslam ahlak ve faziletinin insanlığa hakim olmasına adamış bir insan; davasından taviz vermedi, baskılara aldırmadı ve fikri mücadelesini ömrünün sonuna kadar devam ettirdi. “41 yıllık mücadele hayatımda sizin karşınıza çıkarken utanacağım hiçbir şey Allah'a çok şükür yoktur!” Diyordu büyük dava adamı.
İdeallerinin gerçekleşmesine ömrü yetmedi; yetmedi ancak, bir dava adamı olarak milletin gönlünde yerini aldı; Hz. Allah(cc) gani gani rahmet eylesin.
Onun davası hepimizin davası; O’nun idealleri hepimiz ideali; inşallah O’nun ideallerinin gerçekleşmesi için insanımız gerekli hassasiyeti ve mücadeleyi gösterir. Açık ve net konuşayım, Cenab-ı Allah’tan ümit kesilmez; ancak, günümüzde yaşadığımız süreç insanımıza olan güvenimi sarsmış, ümidimi kırmıştır. Özellikle, kendini muhafazakar/dindar tanımlayan insanların iki yüzlü, riyakar, eyyamcı, hak tanımaz, ötekileştirici davranışları; makama, mülke, üç kuruşluk dünyaya olan tamahları ümitleri mi iyice kırmıştır.
Oysa ki Müslüman birleştirici, kapsayıcı, fedakâr; en önemlisi adil, kendinden emin olunan kişi olur! Benim Peygamberim(sav) “Muhammedü’l Emin”dir!
Benim Allah’ım; “Muhakkak, Allah size emanetleri ehlinize vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder,” (Nisa,4/59) buyurmaktadır.
Zaman zaman “neden bu hale geldiğimizi” düşünür, çözüm yolları için sürekli kafa yorarım.
-Gerçekten neden bu hallere düştük?
-Neden gelip geçici dünyanın gizemine bu kadar kendimizi kaptırdık?
Oysa ki dünya fani, ahiret ebedi ve hesaptan kaçış yok; ölüm var ölüm!!
Ölmeden kısa bir zaman önce ne diyordu Merhum Muhsin Yazıcıoğlu, “Şimdi bakın yoldan geliyoruz, şimdi yine yola gideceğiz. Hiç birimizin garantisi yok. Şurada ayakta duranın da, oturanın da garantisi yok. Ruh bir saniyeliktir. Küt dedim mi bir soluktur, gitti. Bununda nerede geleceği nasıl geleceği ne şekilde yakalayacağı belli değil; bir saniyenize bile hâkim değilsiniz. Bir saniyesine bile hâkim olamadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur. Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz. Dik duracağız, doğru gideceğiz.”
-Ey Milletim titre ve kendine dön!!! İyi yolda değiliz; inanın yarın geç olabilir. Gençliğimizi Türk-İslam idealleri üzerine yetiştirmeliyiz.
Yine Merhuma dönelim; “Milletime yemin olsun, şehitlerim gazilerim emin olsun, mazlumlar, mağdurlar, millet geleceğe güvenle baksın, Sakarya davasına gönül verenler onun geri yatmasına asla izin vermeyecekler çünkü Sakarya biziz çünkü biz Sakarya’yız yüz üstü süründüğümüz yeter artık yeter yüz üstü süründüğümüz, yeter Sakarya’nın süründüğü… Yeni bir Türk İslam Kültür ve Medeniyetinin doğum sancısı Anadolu’nun saf ve masum çocuğu Sakarya artık yüz üstü sürünme yüzüstü çok süründün çok süründün yüz üstü ayağa kalk Sakarya…”
Yüce Rabb’im hepimize Sakarya ruhunu versin ve yardımını üzerimizden eksik etmesin.