BİR BARIŞMA HİKÂYESİ!

Erol Sunat

Bir hikaye anlatalım, demeyin hiç bak hele… Dinleyin ki, sözümüz ne yalan, ne rastgele…

Bir zamanlar bir şehirde, kara mı kara, kuru mu kuru, çirkin mi çirkin, şaşı gözlü, acı sözlü, buruşuk yüzlü, katır tırnaklı, kaz ayaklı, kapısı dayaklı, fitne-fesat aklı, bir kadın yaşardı. Olacak ya, bu kadının da, kimseye karışmaz, kötüyle yarışmaz, harama bakmaz, doğru mu doğru, dürüst mü dürüst, boylu poslu, geniş omuzlu, gözleri kahverengi, yiğitlerin dengi bir oğulcağızı vardı. Bu delikanlı, tuttu mahallelerinde ki, bir kızcağızı sevdi. Sevmek ne kelime, deli- divane oldu, ayva gibi sarardı soldu.

Kız desen, peri mi peri, altın misal değeri, gözler iri, kötülüklerden beri, dedikodudan yok haberi, inci dişli, pembe benizli, saçlar siyah, gören diyor ah, dilber mi dilber, şehir uğruna seferber…

Amma velakin, kız da bir ana var, surat duvar, fesat mı fesat, fitne mi fitne, lafı sözü iğne, çokbilmiş, boyu sırık, dudak yarık, ayağında çarık, dur desen anlamaz, Allah’tan korkmaz, tam bir acuze karı… İki cambaz bir ipte oynamaz derler ya, her neyse…

Uzatmayalım, iki gönül bir olunca, akan sular dururmuş. bu iki dünya güzeli, güzel huylu genç, analarına aldırmadan evlenmişler. Kız her nedense, anasının biraz etkisinde, oğlanın anasını istemez tavırlarda, mırın- kırın ederken, canım- cicim ayları, geçmiş-gitmiş.

Oğlanın anası, kızın kaynanası, kadın kısmının yüz karası arada bir laf sokuşturur, gelini bam telinden vurur, sahte gözyaşlarına sığınır, sözde oğlandan utanır, ortalığı kızıştırır, kenara çekiliverirmiş.

Kızın anası, oğlanın kaynanası, tutmuş gibi sarası, hiç değilken sırası, giriverir araya, balık vurur karaya, bir kavga, bir gürültü, bir kıyamet… Kızcağız eğmiş boynunu, açamamış ağzını, anası da sözde korur gibi yapar kızını, alamaz hızını, tuttuğu gibi kolundan, kendi evine doğru sürüklemez mi?

Oğlanın kara-kuru anası, sanki bir oğlu imiş gibi tasası, açar ağzını, yumar gözünü, esirgemez sözünü…

Delikanlı, bir yutkunur, iki yutkunur, karısının gidişi dokundukça, dokunur, hali, ahvali taaa…

yüzünden okunur…

Kendi kendine hele der, zamana bıraksak şu işi, belki de, çözer bu olayı akıllı bir kişi… Aradan biraz zaman geçer, o şehirde ak saçlı, aksakallı, akıllı mı akıllı, pir-i fani, gönlü gani bir adam vardır. Varır ona danışırlar. Derler ki, bunlar gençtir, ola ki, barışırlar. Adam, delikanlının anasına şöyle bir bakar ve der ki;

-Ey hatun! Kızın anası da, senin gibi midir?

Kadın kızar ya, kızdığını belli etmek yakışmaz diyerek;

-Hayır, Efendi der, o karı kim, ben kim? Onun yanında bir meleğim nitekim. Hani kız da, kız olsa bari. Oğlan sevdi, dünyadan yok haberi…

Adam gülerek;

-Yok, yok der, sende az değilsin hani, bu oğlan senin oğlun, ne cani, ne külhani, suçun yarısı sende, yarısı da o kadında, utanmadan yalan söylemeyin bana da…

Onlar böyle cebelleşip dururken, kızın anası olacak hatun, geliverir oraya, birden atılıverir başlarlar hemen kavgaya.

Kızın anası;

-Ey utanmaz adam der, kim dedi sana bu işe karış diye, sana ne benim kızımdan, neden karıştın niye?

Bu cevap üzerine, adam hiddetlenerek,

-Dur der, dur bre densiz karı, sen kaçırdın ayarı, edepsize yapsan boş, istersen bin uyarı…

Kız anası durur mu? Hemen atılır;

-Bu oğlan zaten çulsuz, hem parasız, hem pulsuz, Beylere veremedim, gün yüzü göremedim, hele şu anasını bir türlü sevemedim der…

Oğlanın anası, ağzı köpüre, köpüre;

-Sıçan suratlı kızı, bilmez baharı, yazı, Bey kızı alacaktım, döndü talihim bahtım, şu gudubet karının sanki kızına kaldım, der…

Anasını aramaya gelen kız, bir kalabalık görür, anasının ve kaynanasının sesini de, duyunca, hemen oraya koşarak gelir, kocasının yanında durur,

Akıllı adam, kızı görünce;

-Bir de, sen anlat kızım der.

Kız;

-Ne anam, ne kaynanam, ne o, ne öbürü haklı, bunlar ki, oyunbozan hem de iki ayaklı, kocam kabul ederse, evimize gel derse, çekinmeden giderim, benim o evdir yerim.

Oğlan durur mu? Şöyle der;

-A benim güzel yârim, sırma saçlı helalim, bunlar kavga etsinler, gel beraber gidelim

Kızın anası birden tutar, kızın elini ve der ki;

-Hele bir git o eve, kızım falan değilsin, cümle komşu şahit olup ta, bilsin, yürü kız evimize, eller gülmesin bize.

Oğlan anası, elleri belinde seslenir;

-Karı akıllı oğlum, Beyni çakıllı oğlum, Karın söz dinlemiyor, kes şu sakalı oğlum…

Kız bir silkinişte elini anasının elinden kurtarır, tekrar kocasının yanına varır. Varır varmasına ya, anası bırakır mı? Hemen kıza doğru bir hamle yapar. İşte o anda,  bütün ahali, merakla bu işin sonucunu merak etmeye başlarlar. Ortalıkta derin bir sessizlik vardır.

Oğlanın anası bütün suratsızlığı ile bağırır;

-Bu oğlan artık benim oğlum değil… Sana verdim senin olsun, evi de yok, barkı da, iş döndürecek çarkı da, iki çıplak bir hamama yakışsın, kızın ile gece gündüz hır-gür etsin takışsın…

Kızın anası, ağzından tükürükler saçarak, haykırır;

-Bu kız da, benden değil, senin olsun al götür, ne elinden iş gelir, ne de bir ev süpürür. Bir lokma bulamasın, oğlun dövsün ağlasın, gül gibi anasını, aklı varsa arasın…

Aksakallı, ak saçlı adam, kadınlara dönerek;

-Ne yani der, şimdi siz bu çocukları, evlerinizden atıyor musunuz?

Kadınlar evet anlamında, başlarını sallarlar. Kalabalıklar bir karışır, pir karışır, kızan kızana, konuşan konuşanadır. Allah için, herkes gençleri haklı bulur bulmasına ya, birer, ikişer dağılmaya evlerinin yolunu tutmaya başlarlar. Ortada kala, kala iki cadaloz kadın, ihtiyar adam ve genç evliler kalakalır.

Kızın kindar anası, oğlanın kara-kuru anası birbirlerine kinli, kinli bakarak, bir anda karşı karşıya gelirler.

Kolları havaya kalmış, yumruklar sıkılmış, gözler nefretle kısılmış, birbirlerine ha vurdu, ha vuracaklar… Aksakallı ihtiyar nefesini tutmuş, genç karı-koca gözlerini kapatmış bir vaziyette, olacakları beklerler.

Ne olsa beğenirsiniz? Saç saça, baş başa dövüşmek mi? Gözler mosmor, yüzler yırtık ve çizik, dudak patlak, kafa çatlak mı? Nerde, efendim nerde? Hiç olmayacak, belki de, hiç yapılması mümkün görülmeyecek bir şeyler olur. İki kadın, birbirlerine sarılıp ağlamaya başlamazlar mı?

Kızın anası;

-Bundan böyle, dünya ahiret kardeşimsin, der

Oğlanın anası ise;

-Canım komşum, dünya-ahiret arkadaşım gel barışalım diyerek, ağlamaz mı?

Aksakallı adam;

-Bre hatunlar der, madem barışacaktınız, neydi bu gençlere kastınız?

Kızın anası;

-Bilmem der, birden içime bir ılıklık çöktü, kalkan elim iniverdi.

Oğlanın anası;

-Vallahi der, içimden sarılmak geldi, Ne olduysa birden içim yandı.

Aksakallı adam, genç karı- kocaya dönerek;

-Hadi der, öpün analarınızın ellerini, bundan sonra da, mutlu olun, mutlu yaşayın…

İşte böyle, hoş bir hikâyedir, anlatılan, Sonunu iyi bağladık ki, her insan dersler ala, yanılmaya…

Şehir, şehire, insan insana, mahalle mahalleye benzer. Hikaye eskidir lâkin, belki vardır benzeri, sakın öldü demeyin insanlığın değeri… Gönül yapmak en hoşu, üç günlük şu dünyada, akıl başa gelse boş, yarın soğuk mezarda…

Sürç-ü lisan eylediysek affola. İnşallah başka sefer, hoş bir hikaye daha anlatırız.

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.