Uzun uzun zaman önce memleketin birinin Bedesteni, çarşı ve pazarlarıyla ünlü bir şehrinde, bedestende 3-4 kuşaktır esnaflık yapan oldukça tanınan ve bilinen bir zatın işleri bozulmuş. Hem öyle bozulmuş ki, işler iflas noktasına kadar gelmiş dayanmış.
Oysa ki, o bedestende ondan iyilik görmeyen, destek görmeyen neredeyse hiç kimse yokmuş! Fakir-fukaranın hamisi, düşenin dostu, gariplerin, kalenderlerin iltica kapısıymış.
Borç verdikleri, destekledikleri, kalkındırdıkları, iş-güç sahibi ettikleri;
Kaçıyor muyuz, bizde ne zaman paran kaldı, kendimi az bir toparlayayım, önümüzdeki ay avucunda bil, beş-on gün sonra çırakla gönderirim. Kale gibi adamsın, sana bir şey olmaz diye diye bu cömert insanı oyalamış durmuşlar!
İşler rast gitmedi mi, gitmez derler ya…Güvendiği, inandığı, dost bildiği, yere düşsem beni ilk o kaldırır diye düşündüğü kim varsa kapısını çalmaz, karşısına çıkmaz, onu görünce başka zaman görüşelim diye kaçak-göçek konuşan insanlara dönmüşler.
Oysa o şehrin Bedesteninde, bu esnafın elinden tuttuğu, düşmekten kurtardığı, yardımına gece-gündüz koştuğu o kadar çok esnaf varmış ki.
İşlerinin bozulduğu duyulduğunda, dükkanından çıkmayanlar, selamı-sabahı kesmişler!
Onu gördüklerinde, yollarını değiştirmeye başlamışlar.
Yardım talebinde bulundukları, kalfalarına, çıraklarına yok dedirtmişler.
Esnaf başlamış kara-kara düşünmeye…Hanımı küçük bir bohçayı getirmiş, koymuş önüne…
Üzülme demiş, al şu ziynet eşyalarımı, sat işini gör, durumun iyi olduğunda tekrar alırsın, alamazsan da canın sağ olsun.
İki kızı, damatları, üç oğlu ve gelinleri de, aynı adamın hanımı gibi davranmışlar. Ellerinde ve var, ne yok, getirip koymuşlar esnafın önüne…
Babamız demişler, sen üzülme, seni bu hale koyanlar, dost dediklerin, haldaşım, sırdaşım, yoldaşım dediklerin senin gibi birini kaybettiklerine üzülsünler.
Al bunları, sat, durumunu düzelt, kadrini-kıymetini bilmeyenler varsın bilmesin, bugünün yarını da var, sen hep aile iyi günde olduğu gibi kötü günde de birbirine kenetlenmeli , birbirine destek olmalı demiyor muydun?
Bu günler geçecek babamız, tasa etme demişler. Çıkmışlar dışarı. Esnaf hanımının, çocuklarının, damatlarının ve gelinlerinin getirdikleri altın, akça ve ziynet eşyalarına bakmış-bakmış, dalıp gitmiş.
Gözleri buğulanmış.
Elhamdülillah Yarabbi demiş, bana bugünleri de gösterdin ya, ölsem de gam yemem artık.
Bedesten de, onu çekemeyenler, başımıza iyilik timsali kesildi. İyi olunur da, bu kadar da olunmaz. Biz birileri batsın diye uğraşırız, belini doğrultamasın diye türlü tertip kurarız, bir de bakarız ki adam kurtulmuş!
Kim kurtarmış? İşte bu! Ne oldu? Bir tertip de buna kurduk! Kazdığımız kuyudan kimse kurtaramaz artık! Ne oldu esnafların piri? O kurtardıkların nerde? Seni şimdi kim kurtaracak? Hiç kimse!
Her işimize burnunu sokan, elimizden nice adamları alan böyle biri nihayet dize geldi arkadaşlar!
Bedesteni tekerimize çomak sokan bir musibetten kurtardık!
Bundan böyle bu Bedestende bizim hükmümüz yürüyecek, onun değil!
Neydi o öyle? Kimi hırpalasak, varıp yapışıyordu eteğine, ağam beni kurtar diye!
Tasını-tarağını toplasın şehri terk etsin diye bekliyoruz!
Laflar şirazesinden çıktıkça çıkmış, şehrin bu tanınan, herkese kol-kanat geren esnafı hakkında her kafadan bir ses çıkmaya başlamış. Sevenleri sus-pus olmuş otururken, hasımları, rakipleri, onu kıskananlar fitne ateşini körükledikçe körüklemişler.
Hiç kimse de, çıkıp bu adamın bu şehre bu kadar faydası oldu, herkesi korurdu, gözetirdi, kimseyi, kimseye ezdirmezdi diye ortaya çıkmamış! Allah’tan korkacaklarına, birkaç kendini bilmezden, terbiyesizden, haddini bilmeyenden, şehrin işçinde haramilik yapandan korkmaya başlamışlar.
Esnaf ise o zaman zarfında her Allah’ın günü, dükkanını açmış, ne gelen varmış-ne giden. Herkes anlatılan dedikoduların etkisiyle, dükkanını kapatıp gideceği günü beklemeye başlamışlar.
Yanında çalışanlar ise bu dedikodulardan etkilenseler de, gittiği yere kadar gitsin, hakkınızı helal edin dediği güne kadar çalışalım, çok ekmeğini yedik, bizi bugüne kadar hiç incitmedi, her defasında yardımımıza koştu, Onu bu zor gününde yanız koymayacağız diye kavli karar eylemişler.
Aradan az bir zaman geçmiş, bir gece vakti, esnafın kapısı çalınmış. Esnaf, kandil ışığında açmış kapıyı. Kapıdaki misafiri almış içeri. Girmişler evin bir odasına kapatmışlar kapıyı.
Hane halkı fena halde meraklanmışlar. Sabah namazından sonra, gelen misafir, geldiği gibi sessiz, sedasız çıkmış gitmiş.
Kul sıkışmayınca, Hızır yetişmezmiş derler ya…
Gelen kimmiş, niçin gelmiş, ne diye gelmiş, çağıran var mıymış, çağırmadan mı gelmiş, neden sessizce, habersizce gelmiş, neden hiç kimseler görmeden çekip gitmiş, nereden gelmiş, nereye gitmiş! Bu soruları ne hane halkı, nede daha sonra kimse esnafa soramamış!
İflas etti, edecek diye bilinen esnaf, öğle vaktine yakın, çağırmış hane halkını. Haber salmış oğullarına, kızlarına, damat ve gelinlerine,
Hanımı dahil, herkes merak içinde toplanmış gelmişler.
Adam demiş ki;
Allah hepinizden razı olsun. En sıkıntılı günümde, elinizden geleni esirgemediniz. Bana kahretmediniz. Benden yüz çevirmediniz. Bunlar bana verdiğiniz emanetleriniz! Rabbim size çok daha fazlasını nasip etsin, Ömrünüz sürdükçe sıkıntı yüzü görmeyin inşallah demiş. Kim ne verdiyse, onları iade edip, herkesin şaşkın bakışları arasında, açmış kapıyı, çıkmış dışarı.
Dükkanına vardığında çağırmış kalfalarını ve çıraklarını. Ey benim ekmeğimi bölüştüklerim, rızık birliği ettiklerim demiş. Beni terk etmeyen esnaf kalmadı, lakin hiç biriniz yanımdan ayrılmadınız, yüzünüzü dahi buruşturmadınız. Bir günden bir güne şikayet etmediniz. Allah hepinizden razı olsun hakkınızı helal edin. Üstümüzdeki kara bulutlar dağıldı çok şükür. Alın bunlar alacaklarınız, bunlarda üçer maaş ikramiyeniz. Kalfa ve çıraklar, elini öpmüşler esnafın. Gözleri dolu dolu olmuş hepsinin.
İkindiye doğru şehre büyük bir kervan gelmiş. Kervancı başı Bedestene girmiş, yana yakıla esnafı arıyormuş. Adamlarıyla birlikte, dükkanının önüne dünya kadar satılacak ürün yığmışlar. Kervancı başı esnafla bir köşede konuşmuş, öpmüş esnafın elini yürümüş gitmiş.
Sevmeyenlerinin, öldü-bitti, çok durmaz kaçar gider dedikleri esnafın dükkanının bulunduğu sokak, bir anda bayram yerine dönmüş.
Kimse ne oldu, ne bitti, nasıl oldu anlayamamış!
Esnafın kapısının önünden geçmeyenler, onu gördüklerinde yol değiştirenler, başka sokaklardan geçenler, bizden bir şey ister diye, yok daha gelmedi, hastaymış bugün dükkana gelmeyecekmiş dedirtenler, toplanıp gelmişler sokağın başına.
O kalabalık arasında, Vali Paşa girmiş sokağa. Yanındaki muhafızlar, herkesin toplanmasını istemişler.
Vali Paşa, yanına esnafı da alarak yüksekçe bir yere çıkmış demiş ki,
Ey ahali! Bu bedesten memleketin ünlü bedestenlerinden biridir. Bu esnaf dostumuzda, hem şehrin eşrafından, hem de hayır ve hasenat sahiplerinden sevdiğimiz ve saydığımız bir zattır.
Onun hakkında bugüne kadar çok şikayet ve tezviratta bulunanlar oldu. Bunları araştırdık ve baktık gördük ki, kıskançlık, hasetlik ve fesatlıkla fitne ateşi yakanlar olmuş.
Bu fitne ateşini yakanları, insanları birbirine katanları, yalancıları, sahtekarları yakaladık. Bundan böyle herkes birbiriyle iyi geçine, hak yemeye, nankörlük etmeye, yalancılara meyletmeye, haklı insanı haksız çıkarmaya çalışmaya, doğru-dürüst çalışa, vefasızlık etmeye…
Şehir şehire, misafir misafire, kervan kervana, bedesten bedestene, esnaf esnafa, nankör nanköre, hane halkı hane halkına, kalfa-çırak kalfa-çırağa benzer…
Denilmiştir ki, her kıssadan bir hisse alına ve dahi kimse üzerine alınmaya…
Sürçü lisan eylediysek affola…
İnşallah bir başka sefere daha güzel bir hikaye anlatırız!