Hasan Harmancı, 1982 Sivas doğumlu fakat Konya’da Şeker-Tekke Mahallesinde büyümüş bir isim. Şu anda da hem akademisyenliğe, hem de öykü yazmaya devam ediyor. Okurlarının da bildiği üzere, öykülerinde Şeker-Tekke Mahallesi dışına pek çıkmayan ve bu muhiti eserlerinde sıkça ifade eden bir yazar. Elbette ki, birçok kent, belli yazarlarla özdeşleşmiştir, eserlerinde bu muhitleri yaşatır, konu edinirler. Bunu yaparken ismi çok fazla metinlere taşımadan, doğal ve toplumsal güzellikleriyle, o yeri okuyuculara sevdirirler. Harmancı ise daha çok yaşantılara mercek tutarak, en çok da günümüz insanına pek de yakın gelmeyecek huy ve davranışlarla yansıtır büyüdüğü Şeker-Tekke mahallesini.
Hasan Harmancı’nın çeşitli edebiyat dergilerinde daha önce yayınlanmış öykülerinden oluşan Tanımlı ve Mutlak Hüzünler, Ketebe Yayınları arasında çıktı. 100 sayfalık kitapta on öykü yer alıyor. Sayfa/öykü ortalamasına baktığımız zaman uzun sayılamayacak kısa öyküler bunlar. Dolayısıyla öykülerdeki karakterlere tam anlamıyla nüfuz edemediğimiz gibi, ön plana çıkan ve kitabı okuduktan sonra aklımızda kalacak bir karakter de yok yazık ki. Kurgu da zafiyete uğradığı için sık sık bilgiler veren, geçmişi hatırlamaya/hatırlatmaya çalışan, yer yer anı türüne, yer yer de makale tarzı ciddi havaya bürünen bir öyküler toplamıyla karşı karşıyayız.
Tek bir olayın en can alıcı şekilde okuyanda yer etmesi, öykü yazarının en büyük başarılarından biridir. ‘ Geçmişten Günümüze…’ diye uzun bir başlığı olan öyküde, babanın oğluna söylemek istediği sözün muallakta kalması, bu öykünün en vurucu etkiye sahip öykü olması niteliğini kazandıracakken, anlamsızca şekilli yazı aktarımıyla, babanın konuşmasını okuyucunun hayal gücüne bırakmış, öykücü farklı bir teknik denemeye çalışmış, bunda da pek başarılı olamamıştır kanaatimce.
‘Tanımlı ve Mutlak Hüzünler’de Şeker-Tekke o kadar sık geçiyor ki, bu okuyucuda sempati yerine bıkkınlığa sebebiyet veriyor.
‘Kol Kola Pazara Giden Analar ve Kızlar’ adlı ilk öykü, yazarın öykülerinin genelinde tanıtmaya çalıştığı muhitin genel özelliklerini veren bir özelliği haiz. Yazarın çocukluğunun da geçtiği Şeker-Tekke’de her kesimden ahalinin nelerle iştigal ettiği, nasıl vakit geçirdikleri özelde ve belli bir karakter üzerinden değil, genel olarak gözlemci bir bakış açısıyla veriliyor. ‘ Asıl hikaye şimdi başlıyor’ diyen Harmancı’dan geneli bırakıp, özele inen, tek birey üzerinden farklı ve etkileyici olabilecek somut öyküler okuma umuduyla sayfalar arasında ilerlemeye başlıyoruz. Yer yer bazı öykülerde buna muvaffak da oluyor yazar. Örneğin; ‘Zamanelerin Zamanı’nda Güler adlı okuyup statü elde eden bir kızı seven erkeğin serencamı çok güzel işleniyor. Yazar, burada tarafını belli ederek, doktor eşi tarafından aldatılan Güler’e, yanlış yaptığını etkileyici bir sonla belirtiyor.
Kitabın en başarısız öyküsü diyebileceğimiz ‘Karışık Kaset’te yine bir zamanlar meşhur olan, şarkıların kasetlere kaydedilip dinlendiği günleri hatırlıyoruz. Kasetteki her parçanın adı üzerinden yazar siyasi ve toplumsal değerlendirmelere girişiyor. Öykü türü ve geleneğiyle pek de ilgisi olmadığını düşündüğümüz Karışık Kaset, ciddi olayları ve düşünceleri rahat ve sürükleyici bir şekilde ifade etse de yine geçmiş yaşantılardaki kaset doldurma nostaljisine bizleri taşımaktan başka bir vazife görmüyor.
Hasan Harmancı’nın bu öykülerle, yeni nesle, geçmiş yaşantıları tanıtma ve unutturmama kaygısı taşıdığını görüyoruz. Fakat işlediği konuları ve tutumları günümüz gençlerinin anlayabileceği ve özlem duyabileceği bir ambalaja yerleştirmede yanlış bir tercihte bulunuyor, anlattıkları daha çok günümüz orta yaşlı insanlarından başlayarak yetişkin kesime seslenen, onlarda bir gülümseme, ‘nerede o günler?’ dedirtecek bir özlem duygusu yaratma dışında bir işlev görmüyor ne yazık ki...