Bir tüccarın kafeste yaşayan güzel bir papağanı vardı. Tüccar bir gün Hindistan’a gitmek istedi ve papağanına: “Ey güzel kuşum sana ne getireyim ne istersin?” dedi. Papağan: “Oradaki papağanlara beni anlat: Falan papağan benim mahpusumdur, onu kafeste besliyorum, size selâm söyledi. Ben kafeslerde sizin hasretinizle can vereyim, siz serbestçe dolaşın. Hiç değilse bir seher vakti beni de hatırlayın ki birazcık mutlu olayım, başka bir şey istemem,” dedi. Tüccar günlerce yol gitti, nihayet Hindistan’a vardı. Giderken birkaç papağan gördü, durup seslendi:
“Ben filan memlekette, falan kişiyim, ticaret için buralara geldim. Benim papağanım var size selâm söyledi”. Tüccar sözlerini bitirir bitirmez papağanlardan biri titredi, nefesi kesildi, düşüp öldü. Tüccar sözlerinden bin pişman oldu: “Ben ne yaptım, bu zavallı kuşun ölümüne sebep oldum. Galiba bu benim papağanın bir yakını, candan seveni olsa gerek” diye düşündü. Bir süre sonra tüccar işini bitirip memleketine döndü. Herkese istediğini verdi. Papağanı kafesinde olanları seyrediyordu, sonunda tüccara sordu: “Benim istediğim papağanları gördün mü? Ne söyledin, anlat” dedi.
Tüccar: “Sevgili kuşum, kusura bakma fakat söylemesem daha iyi olur sanırım. Hâlâ o saçma haberi götürerek yaptığım cahilliğe yanmaktayım, olup bitenleri anlatmasam daha iyi olur” dedi.
Papağan ısrarı üzerine tüccar istemeyerek de olsa olanları anlattı. “Tarif ettiğin yere varıp dostların papağanları gördüm, senin selâmını söyledim. İçlerinden biri dayanamadı, titredi, hareketsiz kaldı, sonunda öldü. Bundan dolayı çok pişman oldum, fakat nafile, bir kere söylemiş bulundum” dedi. Bunları duyan papağan titredi, kafesinde hareketsiz kaldı, sonra da öldü.
Adamın aklı başından gitti, ağlamaya başladı. “Ey güzel sesli kuşum sana ne oldu ne yaptım ne iş açtım” diye dövündü, ağıtlar söyledi. Ölü papağanı kafesten alıp pencerenin önüne bıraktı. Dışarı bırakılan papağan hemen canlanıp uçtu, bir ağacın dalına kondu. Adam “ey güzel kuş bu ne haldir, anlat bana; bu hileyi nasıl öğrendin, beni kandırdın?” dedi. Papağan konduğu yerden seslendi: “Sevgili efendim, Hindistan’da gördüğün o papağan benim selâmımı alınca, düşüp ölmüş gibi yaparak bana bu haberi gönderdi; ‘Eğer kurtulmak istiyorsan öl’ dedi. Ben de gördüğün gibi, onun dediğini yaparak hapisten kurtuldum. Kısaca, öldüm ve kafeslerde tutulmaktan kurtulmuş oldum” dedi.
Hz. Pir’in Mesnevisinden alınan bu hikâyeden alınacak çok dersler var. Burada kafesteki papağan, beden hapishanesine mahkûm olan insan ruhunu temsil eder. Oradan kurtuluşun yolu ölmeden evvel ölmeyi bilmeye bağlıdır. Hindistan’daki papağan, tüccarın papağanına bunu öğretmişti. Kafesten kurtulmak için ölmekten başka çare olmadığını göstermiş ve demiş ki: Ey güzel sesiyle insanları eğlendiren kuşum, bu nağmeleri bırak. Sen de benim gibi öl ki, kafesinden kurtulasın.
Burada ki ölüm gerçek değil, mecazidir. Yani hedef olarak alınan fânilik; istek ve ihtiras esaretinden kurtulup hafiflemek, bedenin ve maddenin bağlarından sıyrılıp ruhi-manevi bağımsızlığa kavuşmaktır.
Hz. Pir: “Sen ne tane ne gonca ol. Seni ne kuşlar yesin ne çocuklar koparsın. Tane olursan zaman kuşu ömrünün tanesini kendine yem eder. Gonca olursan birbirini kovalayan hâdiseler haylaz çocuklar gibi seni dalından koparır, nazik yapraklarının yerlerde ve rüzgârda perişan olduğunu görürsün. Sen tane olma. Tanelere tuzak ol. Gonca olma, damlarda biten otlar gibi ol. Kısaca bilinmekten kaçın. Tevazu içinde kal. Böylelikle hem kem gözlerden hem de ne oldum delisi olmaktan kurtulursun.”
Güzelliğini satışa çıkaran kişi, belâya avuç açmış, böylece tüm kötü bakışları üzerine çekmiş olursun. Düşmanların bir türlü, dostların başka türlü mahvına çalışırlar. Biri kıskanarak, öteki pohpohlayarak, ömrünü ziyan eder. Ekin mevsiminde tane ekmeyen kişi zamanın kıymetini bilir mi? Demek ki dünya kirlerinden kurtulup Allah’a sığındığın zaman sen afetlere değil, afetler sana boyun eğecektir. Coşkun sular neden Nuh’a zarar vermedi? Korkunç ateş yığınları niçin İbrahim’i yakmadı.
Buradan böbürlenen, kibirlenen, benim evim, malım, param, benim nefesim, sesim, benim yemeğim, aşım diyenlere o kadar büyük dersler var ki. Ötesi sizin kavrayışınıza ve anlayışınıza kalmış.
Kalın sağlıcakla.