Ülkemizin seksen küsur yıllık geçmişine baktığımız zaman gerçekten 'demokratik' kuralların egemen ve geçerli olduğu bir seçim olmuş mudur? İster tek partili ister çok partili ister cunta döneminde hiçbir zaman 'demokratik' bir seçim yaşanmamıştır bu ülkede.
Tabii ki bu belirleme 'Demokrasi' ve 'Demokratik Seçim' den ne anladığımıza bağlıdır.
Demokrasinin temeli bana göre her türlü düşüncenin ifadesi, kendini gerçekleştirme özgürlüğü ve katılımcılıktır.
Benim "Demokratik seçim"den anladığım ise en doğrudan tanımıyla şudur: Temsili bir demokrasi modelinde temsil etmeye aday olanların, onların temsil edeceği kesimlerin oylarıyla belirlenmesi, herhangi bir müdahaleden bağımsız ve tam demokratik bir seçim sürecinin yaşanması, yani propaganda ve kamuoyunu etkilemede tam bir eşitliğin sağlanması, seçmenlerin de kendilerini temsil edeceği kişileri doğrudan ve özgürce seçebilmelerine olanak tanınması, bu bağlamda hiçbir düşüncenin seçimin tümü göz önüne alındığında temsilcisiz kalmaması bir seçimi "demokratik" kılan unsurlardır. Çünkü bir ülkede herkesin aynı düşünmesi mümkün değildir. Hele seçim cumhurun başını seçmekse tüm düşüncelerin bu tercihte birinci derecede etkili olması gerektiği kanaatindeyim.
Sözde Türkiye’de ilk defa cumhurbaşkanını halk seçmiştir. Gerçekten bakalım öyle mi? Adayların belirlenmesinden seçimin sonuna kadar ki sürece bakıldığında bu düşüncenin komik olduğunu görürüz. Gerçekten cumhurun başının halk tarafından seçildiğinden bahsedeceksek herkesin aday olabilme özgürlüğünün ve olanağının olması yanında; aynı zamanda bu adaylara destek verenlerin de adaylar hakkında düşünce beyan etmeleri, dahası tercihlerinin oylarına yansıması önemlidir. Adayların partiler ve milletvekilleri tarafından belirlenmesi ve halka bu adayların dayatılmasının ne kadar demokratik olduğu tartışılır. Sormak lazım herhangi birinin yirmi milletvekilinin imzası olmadan aday olması mümkün mü? Hayır. O halde halk Cumhurbaşkanını nasıl seçiyor Allah aşkına?
Bir seçimi "demokratik" kılan bir diğer önemli unsur seçim öncesinde seçmeni etkileme, yani propaganda sırasında ortaya çıkar.
Radyo ve televizyon programları, sokaklardaki afişlerin konulduğu yerler ve yaygınlık alanları, seçim dönemlerinde yapılan harcamaların şeffaflığı, iktidarda bulunanların iktidarın olanaklarını kullanmaları, yaygın medyanın tutumu, kamuoyu yoklamaları, herhangi bir "meşru" ya da "meşru" olmayan"erk"in (güç) etki ve müdahalesi, vb. Tüm unsurlar; parası olana, güçlü olana, iktidarda olana, olanağı önceden bulunana hizmet eder ve seçimin"demokratik"liğini ortadan kaldırır. Yine soruyorum: Üç aday bu anlamda eşit miydi? Cevap yine “hayır” maalesef.
O zaman birbirimizi kandırmayalım. Ne Cumhurbaşkanını halk seçti ne de bu seçim adil bir seçimdi. Neticede gücü elinde bulunduran birileri bizim adımıza karar verdi, biz de kendimiz seçmiş gibi o birilerinin seçimlerini kabul etmek durumunda kaldık. Ve sevindik “benim adayım kazandı” diye ya da üzüldük “benim adayım kaybetti “diye. Avuttuk kendimizi Cumhurbaşkanını biz seçtik diye.
Öyle ya biz artık Cumhurbaşkanımızı seçtik ve en önemli görevimizi yaptık karşı tarafa golümüzü attık. IŞİD konsolosluk görevlilerimizi esir almış, Türkiye’yi tehdit ediyormuş, Türkmenler zulüm altındaymış kimin umurunda.Biz sahibimizin dediğini yaptık ne mutlu bize. Seçmenin bu halinin gerçekten iyi tahlil edilmesi gerekmektedir. Seçmen çözüm ararken, çözümü görmekten ziyade, “çözümsüzlüğe alışmışlık” halini yaşıyor; sanki gözü perdeleniyor, gönlü kararıyor, şikâyet ettiği halini değiştirmek için çaba sarf etmiyor adeta bir sürüye dönüyor.Neticede seçimde kimin galip olduğunu bilmem ama mağlubu çok iyi biliyorum: TÜRK MİLLETİ