“Bir yastıkta tam kırk yıl”

Erol Sunat

Rahmetli Barış Manço, bir yastıkta kırk yıl süren o eski evlilikleri, “Süper Babaanne” adlı şarkısında anlatmıştı.

“Ufacık bir yuva, nohut oda bakla sofa / Ama sapasağlam ayakta / Çeyiz dedikleri yorgan yastık / İki sandık iki de bohça”

“Bir yastıkta tam kırk yıl” demişti…

“Tüh tüh tüh tüh maşallah nazar değmez inşallah!” demişti.

Herkesin içini ısıtmıştı bu güzel şarkısıyla…

Bir yastıkta kırk yıl geçiren o güzel insanları, geçmişe götürmüş, tebessüm ettirmiş, yüzlerini güldürmüştü.

O şarkı çalmaya başladığında, bir yastıkta kırk yıl geçirenlerden birçoğu hayat arkadaşlarını bir daha gelinemeyecek o yola uğurlamışlar, yaşlı gözlerle dinlemişlerdi o şarkıyı.

O kırk yıllık evliliklerde sevgi vardı, saygı vardı, vefa vardı, sabır vardı, hoşgörü vardı, sadakat vardı, güven vardı, anlayış vardı.

Gelinlerin karşısında, dünya var olduğundan bu yana kaynanalar, eltiler, görümceler, yengeler, halalar, teyzeler yok değildi amma, bir yastıkta kırk yıl süren evlilikler vardı en azından…

Her şeye rağmen, sıcacık yuvalar vardı. Hoş gören kalpler vardı. Küslük bilmeyen, küslüğü sürdürmeyen, yanlış bir şey oldu diye evini ocağını dağıtmayan, bırakmayan sabır abidesi kadınlar vardı.

Bir yastıkta tam kırk yıl elbette kolay değildi.

Karı koca el ele verip aşılıyordu bütün zorluklar, bütün yokluklar. Fedakârlık denen, cefakârlık denen o duyguları dolu dolu yaşamıştı o insanlar. Eli öpülesi analar, eli öpülesi babalardı her biri.

Onlar evlatlarının gözü önünde, kırk yıllarını dolduran insanlardı. Uzağa gitmeye gerek yok diyordu anlatanlar. Örnek alacaksanız işte ana ve babalarınızın evlilikleri…

*****

Bir yastıkta kırk yıl nasıl mı geçer? Dedelerinize babaannelerinize, anneannelerinize bakın, sonra, ana ve babalarınıza.

O birbirlerini hiç üzmeyen, kırmayan, incitmeyen, gönül alan, tatlı dilli, güler yüzlü, kibar kelamlı, ağzı dualı insanlara bakın…

Bir yastıkta kırk yıl geçirmenin sırrı onlarda idi.

Kim önce gittiyse, geride kalan, uğurladığını her daim ne kadar güzel anardı. Ne de güzel yad ederdi.

O insanlar güzel insanlardı, temiz insanlardı. Dürüst insanlardı. Toplum içerisinde parmakla gösterilen insanlardı. Herkesin derdine sıkıntısına koşan insanlardı.

Eskiler, “bir yastıkta kocayın inşallah” temennisinde bulunurlardı, yeni evlenenlere…

Kırk yıl ise temennilerin en güzeliydi…

Kırk yıl bir ömür demekti. Birlikte geçirilen acı ve tatlı bir yığın hatırayı içinde barındıran bir zaman dilimi…

Seven insanların, mutlu ve mesut yaşadıkları yuvaların nişanesiydi o kırk yıllar.

*****

Bugün, rahmetli Barış Manço’nun anlattığı, şarkısına konu ettiği o yıllara rahmet okutan hikayeler ve anlatımlarla dolu.

Değil kırk yıl, kırk gün devam etmeyen evlilikler var. Hiç kimse ayrılmak için evlenmez amma, tek celse de evliliklerini noktalayanların bir yastıkta kırk yıl geçirmeye ne takatleri ne nefesleri yetmiyor diyenleri dinliyorsunuz.

Bir lokmayı bölüşmek diye başlayan artık geçmişte kalan evlilikleri kimsenin anmaya ve anlamaya niyeti yok…

Eski eskide, geçmiş geçmişte kaldı. Bundan böyle kimsenin kahrını çekecek halim yok diyenler pek çok…

Hele bir de arada çocuk varsa ne diyelim ne anlatalım o hicran yaralarından…

*****

Eskiler izdivaç derlerdi evlenmeye…Çok daha eskiden, “Dest-i izdivacınıza talibim” denmediğinde, evlenmeyi düşündükleri hanım dönüp yüzlerine bile bakmazdı diye anlatılırdı.

Hüseyin Rahmi Gürpınar, “Kuyruklu Yıldız altında bir izdivaç” romanında ne de tatlı anlatmıştı o dönemleri…

Şöyle 30-40 yıl kadar öncesine bir dönelim isterseniz. Dönelimde bir hikâye anlatalım konuyla ilgili…

Delikanlı evlenmeye niyetlenmiş…Ancak bakmış ki niyetlenmek yetmiyor.

Ben evlensem ne yapardınız diye, başlamış çalıştığı iş yerindeki patronlardan itibaren sormaya ve vaatleri de al alta yazmaya…Sonra arkadaşlarına sormuş aynı soruyu…Ve ardından değişik vesilelerle yakın akrabalara…

Liste gerçekten göz kamaştırıyormuş.

Patronun Hacı Babasından bir bilezik…Patronun abisinden bir bilezik. Patrondan bir bilezik. Hacı Anneden tam altın. Patron hanımları yengelerden yarımlık 2 altın.

Üç enişte ve ablalardan en az 3 bilezik. Abiden ve yengeden bir bilezik.

Arkadaşlardan 10-12 kadar çeyrek altın.

Emmilerden ve yengelerden birer bilezik. İki dayı ve yengelerden birer bilezik. Teyze ve eniştelerden 3 tam altın artı bir bilezik sözü cepte…Delikanlının annesinden bir set. Babasından 1 ya da 2 bilezik…

Başka ne mi kalmış?

Düğün salonu.

O işte zor değilmiş meğerse…Babasının asker arkadaşının düğün salonunda neredeyse bedavaya gelecek bir düğün olabilirmiş, çünkü delikanlıyı çok severmiş, küçüklüğünden beri, senin düğününü burada yapacağız, salon ve masraflar benden dermiş!...

Geriye ne kaldı diye soracaksınız?

En kolay iş…Yani Gelin…

Delikanlıya bakarsanız, Böyle bir hesap ortada olduktan sonra, hangi kızı istese koşar gelirmiş!...

Delikanlımız sigortalıymış, dayısının yanında çalıştığından işi garantiymiş. Asgari ücretin bir miktar üzerinde bir ücret alıyormuş, babasının 4+1 evinde alacağı kızla birlikte ev kirası vermeden geçinip gidebilirmiş!

Beyaz eşya nerede diye soracak olmuşlar. Delikanlı, Kız evi de bir şeyler yapmalı demiş. Bizde bulaşık makinesi yok Halılar eski. Elektrikli ev aletleri falanda kız tarafından geldi mi, anamın da yüzü güler, gelini kabullenir.

Görüldüğü üzere ayrıntılar da kaba hatlarıyla tamam oluvermiş. Böyle bir listeyle kimin kızını istesem alırım diyormuş delikanlı, alamazsam yazık benim delikanlılığıma.

Bu bol vaatli evlilik olmuş mudur, yaşanmış mıdır bilemiyoruz. Yaşandıysa, bir yastıkta kırk yıl sürmüş müdür?

Dileğimiz, sürmüştür inşallah…

Ne mi diyelim?

Böyle bir hikâyenin bugünkü şartlarda gerçekleşme ihtimali ne kadar diye sormayacak mısınız?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.