Sanırım 2010 kışıydı. Ani ve zorunlu bir nedenle iş çıkışı ailece İstanbul’a gitme zorunluluğu oluşmuştu. Rutin olarak yolumun düşmediği bir lastik tamircisinde aracın lastik havalarını kontrol ettirdim, işlem sırasında başında duramadığım işyeri çalışanına teşekkür ederken stepneyi de kontrol edip etmediğini sordum ve “tamam” cevabını aldım. Gece saat on’a doğru Sapanca yakınlarında aracımın sol arka lastiği patladı. Of’lar çekerek araçtan indim, bagajı açtım, stepnenin de havasız olduğunu gördüm.
Bankete park ettiğim araçtan flaşörleri yakarak indim, umutsuz bir şekilde el ettiğim ikinci kamyon durdu önümde. Sanki Hz. Hızır idi. Lastiğe hava bastı, bir kilometre ötedeki mola yerine peş peşe gittik, lastiği söktü, Sapanca’yı iyi biliyordu, araç sürücüsü bizimle mola yerinde otururken diğer yolcu kamyon ile gitti, bir süre sonra lastiğimi tamir ettirmiş olarak döndü. Çaylar içilirken sohbet ettik.
“Konyalı olduğunu bilsem durmazdım” diye söze girdi Tekirdağlı olduğunu öğrendiğim araç sahibi. Ben Konyalıların kendisine ne ettiğini anlamaya çalışırken devam etti sözlerine; “Konya’dan geliyorum, ayda bir-iki sefer mutlaka giderim. Çok iyi motor tamircileriniz var. Ya motor alırım ya da tamir ettiririm. Yahu bir kere de yemek yer misin diye sorun. Bak sen de öyle yaptın. Tuttur muşunuz çay içen mi çay içen mi?”
Kendimiz yemek yerken bile çaydan başka bir şey ikram etmediğimizi iddia eden ve yıllar sonra halâ müteşekkir olduğum Tekirdağlı vatandaş bizleri yabancıya soğuk davranmakla, bir yemek bile ısmarlamamakla damgalıyordu adeta.
Ahmet Hamdi Tanpınar 1946 yılında neşrettiği “Beş Şehir” kitabında Konya insanını “Konya insanı ya bir sıtma gibi yakalar kendi alemine taşır, benliğiyle dört tarafını sarar yahut da ona sonuna kadar yabancı kalırsınız” cümlesiyle tanımlamış. Genellemeler çok doğru olmayabilir ama yorumu siz değerli okuyuculara bırakarak sormak istiyorum “biz yabancıya yabancı kalıyor olabiliriz de birbirimizle çok mu kaynaşıyoruz?”
Bugünler sanki bu sorunun tam sorulma sırası gibi geldi bana.
Saygıyla.