Rahmetli Orhan Veli, “Beni bu havalar mahvetti” şiirinde, “ Beni bu güzel havalar mahvetti, /Böyle havada istifa ettim /Evkaftaki memuriyetimden.” demiş ya…
Bizim evliliklerimizi hangi havalar, ne ya da neler mahvetti? Mutlu bilinen, severek evlendik denilen evliliklerimizden ondan mı bu havalarda ayrıldık? Ondan mı böyle havalarda yuvalar dağıldı, boşanan, boşanana vaziyetler doğup, tek celsede boşanmalar moda oldu!
Evlilikleri sonlandıran, bulunamayan, adı konulamayan o sebebin adı ne?
Modernleşmenin getirdiği kompleksler, olduğundan fazla görünme hevesleri, ayakların yere basmaması, gözlerin hep yukarılarda olması mı?
Bireyselleşmenin getirdiği, kendinden başkasını düşünmeme, zirvelerde dolaşan ego, önüne bir türlü geçilemeyen gurur mu?
Ekonominin insan hayatlarını alt-üst eden argümanları olan, iyi bir semtte oldukça lüks ev, modelli araba, yüksek hayat standartlarının göstergesi olan hatırı sayılır gelir mi?
Aile anlayışının önce zedelendiği,
Deprem misali sallandığı,
Sonra temellerinin sarsıldığı,
En sonunda da parçalandığı ve paramparça edildiği,
En mesut, en mutlu görünen ailelerin,
Boşanma gibi bir tehdidin altında kabus dolu günler geçirdiği bir dönem yaşıyoruz!
Artık, aileleri bir arada tutan sadakat gibi, sevgi gibi, saygı gibi, vefa gibi, fedakarlık gibi, sabır gibi, karşılıklı hoşgörü gibi, birlikte geçirilen acı-tatlı yıllar gibi olmazsa olmazlar tek bir celsede boşanmaların önüne geçemiyor!
Sudan bahanelerle, incir çekirdeğini doldurmayan gerekçelerle, ego ve gurur tartışmalarıyla, ekonomik nedenlerin öne sürülmesiyle, evlenen çiftlere, kadın ve erkek tarafının müdahale etmekten vazgeçmemesi gibi nedenler boşanmaların gerekçeleri olarak anlatılırken, en büyük neden, ne yazık ki, “Şiddetli geçimsizlik” adı verilen sevimsiz ve manasız iki kelime!
Birbirini çok seven insanların şiddetli geçimsizlik diyerek, boşanmak için Aile Mahkemelerine başvurmasını anlayabilen var mı?
Arada çocuk varmış, yokmuş aldıranda yok!
Boşandık amma, bundan böyle görüşmeye devam edeceğiz, arkadaş olarak hayatlarımıza devam edeceğiz şeklindeki, dizi filmlerin replikleriyle neredeyse aynı olan ifadeler, cümleler, boşanmalara son noktayı koyuyor.
Ne yaptıysak evliliğimizi kurtaramadık diyenlerde yok değil.
Keşke işler bu raddeye gelmeseydi, keşke evliliğinizi kurtarabilseydiniz gibi cümleler ise zamanında söylenemeyen, geç kalmış cümleler!
Her dağın dumanı ayrı demişler. Evlilikler kurtarılabilmeli, lakin fedakarlık ve anlayış karşılıklı olmalı.
Son yıllarda yaşanan hadiseler, evliliklerin sudan sebeplerle sona erdirilmesinin gerekçesi olmaktan inanın çok uzak!
Olmuyorsa, yürümüyorsa, devam etmeyecekse, “tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna” şeklindeki replikler, dizilerden alıntılar, benim hayatım bana, senin hayatın sana kolaycılığı, üzerine ego ve gururdan da bolca serpildi mi, buyurun boşanmaya!
GENÇ DULLARIN SAYISI ÜRKÜTÜCÜ BOYUTLARDA!
Genç çiftlere aman ha, yapmayın, yazık etmeyin evliliğinize diyen yok, çevrelerinde var olan dost dedikleri, arkadaş dedikleri insanlar, boşanmayı özendiren havadalar. Aile büyükleri bırak gel, hayat kısa, çekmek zorunda, katlanmak zorunda değilsin, hayat senin hayatın yaklaşımını körüklemekten geri durmuyorlar!
Sonunda gençler gururlarına yenilerek hakim önüne çıkarak boşanıyorlar!
Oysa gurur, insanın kendi ayağına kendi eliyle vurduğu bir pranga gibi, insanı ne koşturuyor, ne mutluluğa doğru kanatlanıp uçuruyor!
Bir zamanlar bir lokma ekmeği birlikte bölüşmek adına evlilik denen yola el ele çıkan çiftler ya toprak oldular, ya da yaşlanıp köşelerine çekildiler!
Bir yıl dolmadan, altı ay olmadan evliliklerini sonlandıranların neden evlendiklerini ve niçin boşandıklarını anlayan beri gelsin.
Çiftlerin yaşadıkları sorunların, problemlerin üstesinden gelememesi, yollarını ayırmak için verdikleri ani kararlara, bu kararı birlikte aldık gibi saçma-sapan cümlelerle kılıf aramaları ise anlaşılır gibi değil.
Ailenin korunması, uzun ömürlü olması, devam etmesi, kültürümüzün bir parçası olarak görülse de, birbirini hoş göremeyen, affedemeyen, evliliklerini sürdürebilme noktasında fedakarlık yapmaktansa, evliliklerine son veren gençler, boşandıktan sonra mutlu olabildiler mi?
İşin en hazin yönü, ülkemizin her geçen gün, genç dullar ülkesi haline gelme yolunda hızla ilerlemesi.
Önemli olan aile kurumunu ayakta tutabilmek, onu sürdürebilmek ve ömür boyu süren, eskilerin tabiriyle bir yastıkta kocayın denilen yıllara erişebilmektir.
AİLENİZ VARSA TUTUNACAK BİR DALINIZ VAR DEMEKTİR!
Aile, insanın hayatta dayanacağı en büyük dayanaklardan biri! Kıymetini bilen var, bilmeyen var. Dağıldıktan sonra, kafasını dağlara taşlara çarpan var!
Aileniz varsa, tutunacak bir dalınız,
Aileniz varsa, mutlaka bir umudunuz,
Aileniz varsa, gölgesine sığınacak bir çınar ağacınız,
Aileniz varsa, her başınız sıkıştığında çalacak bir kapınız,
Aileniz varsa, tüten bir ocağınız var demektir!
Mutlu ve kendi içindeki dayanışması güçlü olan bir aileyi yaşatmak, ayakta tutmak aileyi meydana getiren fertlerin boynunun borcudur.
Çünkü, aile olmak fedakar olmaktır!
Anlayışlı olmaktır!
Hoşgörülü davranmayı bilmektir!
En sıkışık zamanlarda dahi, aile fertlerini dinlemek için zaman ayırmaktır!
Mutluluk denen o yolun, çıkmaz sokaklara değil, aileye çıktığını bilmek ve görmek lazımdır.
Aile olmak, kargaşa ve tartışma ortamlarına imkan vermemek, büyümesi kaçınılmaz gibi görünen meseleleri tatlıya bağlamaktır.
Aile olmak, kavgaları büyütmemek, alttan almak, gönül almasını bilmek, özür dileyebilmektir.
Aile olmak, aileyi kuran, bir araya getiren çiftlerin, en ufak bir problemde ayrılma gibi, ayrılık gibi, hele hele boşanmaya kadar gidilebilen uyumsuzluklara meydan vermemesidir!
Bozmak, dağıtmak, parçalamak, un-ufak etmek işin en kolay şeklidir.
Aile, en ufak bir rüzgarda dağılan, savrulan bir yapı değildir ve olmamalıdır!
Gençlerimizin uzun süreli evliliklerin sırrını yeniden keşfetmeleri gerekiyor.
Evlilik ne çocuk oyuncağıdır, ne de çokça merak edilen ve elde edildikten sonra vazgeçilen şımarık bir heves!
Acısıyla, tatlısıyla, kederiyle, sevinciyle, birlikte yürünecek bir yol için söz verenlerin başlangıcı rüya gibi, ancak sonraki kilometreleri acı ve tatlı sürprizlerle dolu olan bir yolda ilerleyebilmesi elbette kolay değil.
Bir ömür boyu birlikte olmak için söz verdiğiniz ve elini sımsıkı tuttuğunuz insanın elini en küçük bir sıkıntıda hemen bırakacak mısınız?
Hz. Mevlana, yüzyıllar öncesinde bakın ne söylemiş;
“Bırakacağın eli hiç tutma, tutacağın eli ise hiç bırakma. Sahte sevgilere gül olmaktansa, gerçek sevgilere diken ol!”