Güzel memleketimiz Anadolu'nun güzel insanlarına selam olsun. Ecdadın kurduğu büyük medeniyet içerisinde sadece insanı değil, tabiatı, çiçekleri, kurdu, kuşu, tüm yaratılmışları şefkat ve merhametle sevmenin bir sanat tutkusuna dönüştürüldüğü, yaratılanın Yaratan'dan ötürü sevildiği, bu doğrultuda sayısız vakıfların kurulduğu tarihin mirası memleketimiz ne güzel. Lakin geçmişte milletimizin sosyal kültüründe zirve yapan fakat zaman içerisinde kaybettiğimiz sevgi, saygı, merhamet, kardeşlik gibi değerlerimizi yeniden yerlerine ikame etmeye şiddetle ihtiyacımız var; bu iş bir hayli zor olsa da.
Artık birileri bize sevmeyi yeniden öğretmeli şimdi. Aşkın gerçek menbaından tas tas alıp da içirmeli gönüllerimize; unuttuk çünkü birbirimizi sevmeyi. Kimler unutturdu ise unutturdu, ama unuttuk. Muhabbet diye bir katığımız vardı, kalplerimizin gıdasıydı; kim bilir nerelerde yitirdik? Aşk denilen o yüce mertebeyi ne hallere getirdik..! Kimi eline doladı, kimi diline, kimi beline doladı. Kalanını banknotlarla dürüm yapıp yedik bitirdik! Dostluk, kardeşlik, dayanışma denilen faziletleri nerelerde bıraktık acaba..?
Bu yüce hasletlerden o kadar uzaklaştırılmışız ki; okuduğumuz, öğrendiğimiz hayırlı ve güzel hasletleri hayatımızda da uygulayalım diye bir yerden işe başlamak isteseniz, mesela çok yakından tanışmadığınız birine selam verecek olsanız, beş bilinmeyenli denklem çözmeye çalışan öss öğrencisi gibi yüzünüze bakmaya başlıyor; bu adam bana neden selam verdi acaba diye. Ve düşünmeye başlıyor: Galiba benle bitecek bir işi var. Yok, sanırım borç para isteyecek. Yoksa, çocuğuna iş mi bulduracak?
Vay be... Kim sürükledi bizi pragmatizmin bu soğuk ve derin kuyularına? Kocakarı ve yetim çocuklarına sırtında un çuvalı götüren halifelerin medeniyetine sevdalı bir millete kim bulaştırdı bu Makyevelist çıkarcılık mikroplarını?
Halbuki, o kadar masum ki selam veren adam, ve selam vermesinin o kadar temiz ve sade bir nedeni var ki. Cumada vaaz dinlerken duyduğu hadisi şerifte Hz. Peygamber (s.a.v) sosyal barışın temellerinin atılabilmesi için yapılması son derece kolay olan bir hususu şöyle bildirmişti: " İman etmedikçe Cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şeyi size bildireyim mi; selamı aranızda açık bir şekilde yaygınlaştırınız." (Bazıları birbirinizi sevmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmazsınız diye açıklama katarlar bu araya, lakin hadisin aslında böyle bir ifade yoktur). Her şeye rağmen bize düşen odur ki, kim ne düşünürse düşünsün biz doğru olanı yapmalıyız; selam vermeye devam etmeliyiz.
İnsanlarımızın birbiriyle olan tavır ve diyaloglarında, halka karşı tutum ve davranışlarında maalesef sıkıntılar görülmektedir. İnsanlara değer vermek, onların makam ve mevkilerine bakmaksızın dertleri ile ilgilenmek gerekir. Bu konuda davranışlarımıza temel teşkil edecek net bir örnek var önümüzde. Bir kimsenin kendisi ile görüşme talebiyle ilgili hususta Peygamberini uyaran Allaha inanan kimseler olarak olaya baktığımızda, büyük eksiklikler içerisinde olduğumuzu görmüş oluruz.
Sahabilerden Âmâ Ümmü Mektum yanına geldiğinde, bir müşrike İslamı anlatma gayretinde olup, onun görüşme talebine hemen cevap veremeyen Rasülünü, Allah "Abese ve tevellê en cêehül âma= âmânın, yanına gelmesinden hoşlanmadı ve yüz çevirdi" buyurarak uyarmıştı.
Allaha ve Rasülüne (s.a.v) inandığını ve örnek aldığını söyleyip de yapmayanlar, neden insanlarla görüşmekten imtina ediyorlar acaba? Hele bir toplumun vitrininde bulunanlar bir büyük milleti ve medeniyeti temsil ettiği bilinciyle hareket etmeli değil midir? Vefa diye bir şey var, sadakat, nezaket diye bir şey var. Bilmeliyiz ki bu hususları uyarmak için yeniden bir ayet gelmeyecek ve bilmeliyiz ki bu davranışlardan herkes sorumlu tutulacak.
Ayetle perçinlenen yukarıdaki bu olay, değerlere bağlı bir kimsenin önem vereceği, insanların görüşme konuşma talepleriyle ilgili usul ve esasları net olarak belirlemektedir. Bütün bunların yanında, yedi düvelin yok etmek için yaptığı saldırılardan kurtarılmış bir büyük medeniyeti yeniden inşa etmek için, Allahın dinine ulvi bir dava inancıyla hizmet etmiş, bu yolda her şeyini feda etmiş bu necip milletinin evlatlarına değer vermek, iyi davranmak, gönüllerini hoş etmek boynumuzun borcudur.