Toplumları bir arada tutan en temel güç, ortak değerler, tarih ve aidiyet duygusudur. Bu güç, herhangi bir dış tehdide karşı koruma sağlarken, toplumu ayakta tutar, yönlendirir ve güçlü kılar. Ancak ne yazık ki son dönemde bazı siyasi figürlerin, terörist gruplarla diyalog kurulması gerektiğini ima eden ve belirli bir gruba "özerklik" ya da "kendi devleti" için çağrılarda bulunmalarına şahit oluyoruz. Böyle açıklamalar, toplumun sinir uçlarına dokunmakla kalmıyor; aynı zamanda birliğe, bütünlüğe ve güvenliğe de doğrudan zarar veriyor.
Sormak isterim kendilerine;
O zaman biz neden senelerdir binlerce Mehmetçik’i şehit verdik?
Bu düşünceleri, şehitlerin eşlerinin, çocuklarının, annelerinin, babalarının ve kardeşlerinin gözlerinin içine bakarak söyleyebilir misiniz?
Terörle Diyalog: Kötü Niyet mi, Siyasi Körlük mü?
Terörle mücadele, devletin tüm unsurlarının yekvücut olduğu ve kararlılık gerektiren bir süreçtir. Bebek katili olan terörist başının, şehitlerimizin ve gazilerimizin asil fedakarlıklarıyla kurduğu ve günümüzde de nice vatan evladının korumaya devam ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne çağrılması akıl tutulmasından başka bir şey değildir. Terörle diyalog veya pazarlık kapısını aralamaya yönelik bu tür söylemler, yalnızca bu mücadeleye değil; teröristlerin şehit ettiği binlerce babaya, eşe, evlada ve arkadaşa büyük bir saygısızlıktır.
"Özerklik" Çıkışları
Toplumun belli kesimlerine "özerklik" vaat eden açıklamalar, açıkça halkı bölmeye yönelik çağrılardır. Bir grubu ayrı bir devlet ya da özerk yapı için cesaretlendirmek, yalnızca devleti değil, toplumsal barışı da tehdit eden tehlikeli bir söylemdir. Etnik ve kültürel çeşitlilik, bir ülkenin zenginliğidir ve ortak bir vatanda birlik içinde yaşamak, toplumsal refahın anahtarıdır. Ancak, bazı siyasilerin bu çok kültürlülüğü "ayrılıkçılık" çizgisine çekmeye çalışması, ülkenin birlik ve beraberliğini zedelemektedir.
Bu tür açıklamalar yalnızca ayrılıkçı hevesleri körüklemekle kalmaz; aynı zamanda toplum içinde karşılıklı güvensizlik yaratır. Bölünmeye dair çağrılar, yıllar süren emekle örülmüş sosyal dokuyu tehdit eder ve ayrışmaları derinleştirir.
Bu ayrılıkçı söylemler, yüzlerce yıldır bu toprakları korumaya çalışan, canlarını feda eden ve etmeye hazır olan nice vatan evladına karşı yapılmış bir hakaretten başka birşey değildir.
Siyasetçinin En Temel Sorumluluğu
Bir siyasetçinin temel sorumluluğu, toplumu birleştirici ve uzlaştırıcı adımlar atmaktır. Farklılıkları bir çatışma unsuru değil, ortak değerler etrafında bir araya getirecek bir zenginlik olarak görmelidir. Politikadaki asli görev, çözüm sunmak ve toplumun her kesimini kucaklayan kapsayıcı bir anlayışla hareket etmektir. Lakin bu kapsayıcı anlayış hiçbir şekilde toprak bütünlüğünü, kültürel bütünlüğü ve sosyal bütünlüğü ayrıştırıcı bir söylem içermemelidir.
Kimi siyasilerin, sırf kısa vadeli çıkarlar uğruna toplumu ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı söylemler kullanması, siyaset kurumuna duyulan güveni derinden sarsmaktadır. Böyle çıkışlar, yalnızca bir seçim stratejisi olarak değil, toplumun birlik ruhuna yapılmış bir ihanet olarak kabul edilmelidir.
Uyanık Kalmak Hepimizin Görevi
Bir ülkede siyasi birlik ve toplumsal dayanışma, ülkenin en büyük güç kaynağıdır. Siyaset, birlik ve beraberliğe yönelik tehdidi artıran, ayrışmayı körükleyen bir araç haline getirilmemelidir. Toplum olarak birlik ve beraberliğimizi koruma yolunda uyanık kalmak ve siyasi sahnede bu sorumluluğu taşımayanlara karşı farkındalık yaratmak en önemli görevimizdir.