Karacaoğlan demiş ki, “Bir gül için bülbül giymiş karalar / Sînem üzre göz göz olmuş yaralar/ Bu dert beni iflah etmez paralar / Benim derdim dermanın bilen yok”
“Sabret gönül bir gün olur bu hasret biter / Çekilen acılar canım gün olur geçer”
Karacaoğlan’ın dediği gibi bu dert bizi iflah etmez paralar amma, bizim iflah olacağımız yok, iflah olmaya niyetimiz yok, yanlışlardan ders çıkarma gibi, ders alma gibi düşünce ve yaklaşımımız kendimizi bildik bileli yok!
Pişmanlık sözleri bize ait olsa da, nerden pişman oldum diye dövünmek, gerisin geriye aynı yanlışların peşinde koşmak yine bizde!
Biz iflah olmayız diyenler doğru söylüyorlar!
Yatacak yerimiz yok diyenlerde!
Bu işe susma hakkını kullananlarda dahil!
Bir ihtimal diyenlerin sesi cılız!
Siyaset bizim işimiz! Siyaseti biz biliriz! Biz yaparız diyen allameler! Çok bilmişler! Mangalda kül bırakmayanlar! Ahkam kesenler, konuşmaktan ne bıktılar ne usandılar!
Birçok değeri, kıymetli insanı yıllardan beri fırlattılar, attılar, savurdular kıyılara köşelere…
Unuttular, unutturdular!
Ne geçti ellerine?
Bizi engellemesin! Önümüze geçmesin! Bizi yerimizden, koltuğumuzdan etmesin! Diye endişe edilenler, yıldızı parlayanlar birer ikişer silindiler!
Ne oldu? Şehre yazık oldu! Dolaysıyla memlekete de!
Bir çırpıda sayacağımız o kadar çok isim var ki, her birinin halkta karşılığı var üstelik!
*****
O insanlarla birlikte hem şehri hem de memleketi şaha kaldırmak, koşturmak ve coşturmak varken…Yerinde sayan, geriye giden, karamsarlaşan…Vuslatı hep başka baharlara kalan bekleyişlerle ne geçti ellerine?
Şehrin hayalleri bilinmeyen tarihlere sürekli ötelendi durdu! 1954 yılından bu yana Akdeniz’e ulaşamayan, kavuşamayan bir Konya hiç kimsenin umurunda değil mi?
Gittiği yere kadar gitsin dendi ne oldu? Gittiği yere kadar gitti, gittiği yerde kaldı, durdu bekliyor!
Bunu yapanlar ne kazandırdılar şehre?
İnsanlar öylesine bir hınçla kenara alındılar ki!
Anan olmasın diye! Hatırlayan kalmasın diye! Birilerinin aklına gelmesin diye!
Elinden geleni ardına koymayanlar, ne geldiyse yapanlar!
Neyi hallettiler?
Neyi başardılar, hangi meseleyi çözdüler?
Kendilerince rahata erenler oldu!
Yaslandılar kolay-kolay bırakmayız dedikleri mevzilere!
Ne mi geçti ellerine?
Bazılarına göre çok şey!
Şehre göre bir kucak kuru gürültü!
Bir kucak dolusu hayal kırıklığı!
*****
Şehir birçok değerli insanını, her seçimde aday adaylığı denen listelerin içinde kaybetti gitti!
Kimini vekil listelerinde harcadı, kimini Başkan listelerinde…
Bozuk para gibi harcanmak denir ya…
Artık neye sayarsanız sayın!
Şehrimiz gibi yetişmiş insan zengini olan bir şehir!
Bu zenginliğin içinde parlayanları, ışıldayanları seçmek yerine…
Parlamayanları, ışıldamayanları parlatmaya çalıştı olmadı, tutmadı!
İşin ehli olanları, şehre yakışanları, şehre heyecan ve coşku katacakları seçmeyenlerin ne geçti eline?
Değil kendilerinin, yedi cetlerinin dahi ödeyemeyeceği veballeri yüklendiler!
Gerçi, vebal ne?
Hak ne? Günah ne? Kul hakkına girmek ne? Emaneti ehline teslim etmek ne?
Gibi konulara gözlerini ve kulaklarını kapatanlar için denecek bir şey var mı?
Üç günlük dünyada, üç günlüğüne de olsa Bey benim, hüküm benim, söz benim diyenler, benim diyeceğim bu, kararım bu, dedikten sonra ne diyeceksiniz ne yapacaksınız?
*****
Bu şehrin yaşadığı ne mi? Varlık içinde yokluk, bolluk içinde darlık! Bu şehirde Kaht-ı rical diye bir mevzu yok. Hiç olmadı!
Nedir Kaht-ı Rical? Yetişmiş insan kıtlığı!
Yüzlerce isim arasında yapılan temayüller, mülakatlar, merkez yoklamalarıyla belirlenenler ne için?
Milletin ön yoklamalarla seçemediği, kendi sıralamasını bir türlü kendi yapamadığı, tespit edemediği, kararın parti genel merkezlerine, genel merkez yoklamalarına bırakıldığı yıllar sonrasında o kadar çok kaliteli isim ve insan kenarlarda bırakıldı ki, hangi birini sayalım, hangi birini söyleyelim.
“Kara bahtım, kem talihim taşa bassam iz olur / Başım bir Erciyes dağı, yaz günleri kış olur” mu?
Sonra da biz neden tökezliyoruz, neden bir arpa boyu yol gidemiyoruz diye konuşandan geçilmez!
Kendim ettim kendim buldum demeyen, diyemeyen bugüne kadar kimi dinledi ki…
Yanlıştan dönmek erdemdir demişler demesine de, bizim erdemle yada ona eş değer kavramlarla da aramız bozuk!
Konuşuruz, şikayet ederiz lakin bildiğimizi okur geçeriz! İşte o itibarla, ışıldayan ve parlayan isimlerin ışığını söndürmek için el birliği yapanları kimse engellemez, durdurmaz!
Ne mi yapar? Sadece seyreder!
Bundan sonra ne mi yapacağız? Yine, ah diye, vah diye olan biteni seyretmeye devam edeceğiz! Neden diyorlar ya…Öylesi işimize geliyor olmasın?
*****
İyi şeyler yok mu?
Var elbette!
O iyi şeyleri yapanlar, ortaya koyanlar için ne mi diyoruz, yanlışlık olmuş, bir daha yemin olsun bu insanları seçmezler!
Üstelik bunu diyenler, onları aday dahi göstermeyecek olanların ta kendileri!
Biz neden mi böyleyiz?
Bir bilebilsek! Bir söyleyebilsek! Bir itiraf edebilsek!
Eteğimizdeki taşları dökebilsek, rahatlayacağız, kuş gibi hafifleyeceğiz amma…
Sek sek sekmekten, seke seke koşmaktan, seke seke dönmekten oynamaktan vaktimiz olmuyor!