Bugün 24 Temmuz…
Önemli gün ve haftalar takviminde Gazeteciler ve Basın Bayramı olarak anılan, not düşülen bir gün…
Merkezi idarenin yerel temsilcilerinin, yerel yöneticilerin, sivil toplum kuruluşlarının, bir kısım siyasi partilerin hatırına düşerse bir mesaj yayımladığı, yayımladığı mesajı da yayınlamamızı beklediği, bizi andığı ve özetle bayramımızı kutladığı sıradan, basit bir gün…
Bugünün nereden geldiği, niye 24 Temmuz tarihinin Gazetecilik ve Basın Bayramı olarak anılır olduğu konusunda meraklananlar için iki cümleyle açıklayayım: 10 Mayıs 1876'dan 24 Temmuz 1908'e kadar olan süreç, basın için sıkı bir denetim, daha doğrusu denetimden ziyade sansür yılları olmuş. 24 Temmuz 1908'deyapılan bir düzenleme ile bu sansür tamamen kaldırılmış ve medya bir nevi özgürlüğüne kavuşmuş. Basında sansürün ortadan kalktığı bu tarih de basın bayramı olarak kutlanır olmuş.
Meslek büyüklerime karşı hadsizlik etmek istemem ama 15 yıldır ben de ucundan kıyısından bu işle meşgulüm… Bundan dolayı yeri ve zamanı gelmişken iki kelam etmeyi kendime çok görmüyorum.
15 yılımı verdiğim gazetecilik mesleğiyle ilgili söyleyebileceğim en güzel şey, ün verir un vermez olacaktır…
Yerelde gazeteci olmak ve özellikle Konya gibi bir şehirde bu mesleği icra etmek hakikaten çok zor. Ne kadar büyük bir şehir olsa da küçük bir köy gibi.
Derdi olan bizi bulur…
Acısı olan bizi arar…
Haksızlığa uğradığını düşünen kapımızı çalar…
Mutlu gününde mutluluğunun paylaşılmasını isteyenler olur…
Acı gününde acısını paylaşmamızı bekleyen olur…
Şehre başkalarının bakmadığı yerden bakmaya, bakmakla görmek arasındaki o ince çizgiyi ayırt etmeye çalışırız.
Özgür olduğumuzu iddia eder ama özgürlüğümüzü kendimiz kısıtlarız. Susunca gönlümüzün razı olmadığı meseleler çoktur. Ancak söylesek de tesiri olmayacağını biliriz.
Bazı şeyleri yazmaktan öte muhatabı ile paylaşmak ve çözüme kavuşturulması için ricacı olmak günümüzde daha etkili bir yol haline geldi.
Açık açık bu talepleri yazdığımız zaman birilerini karşımıza almışız gibi bir algı oluşuveriyor. Bir taraftan ‘Bizi eleştirin, eleştirin ki yanlışlarımızı görelim. Kendimizi doğrultalım’ diyenler diğer taraftan aba altından sopayı gösterebiliyor.
Bir de günümüzün sosyal mecra gerçeği var…
Ben bu alanı kurumsal yapının dışında kullananlar için sosyal medya alanı değil sosyal mecra alanı olarak yorumluyorum. Fenomen adı altındaki kişiler, eriştikleri ve örgütleyebildikleri geniş kitleler itibariyle zaman zaman bizden daha etkili olabiliyorlar. Bunu kabul etmemek mümkün değil…
Bizim teyit almadan yayınlayamadıklarımızı onlar gelişigüzel şut çeker gibi paylaşabiliyorlar. Bunu ben yapsam, yaptığım işin hem etik kurallarına aykırı hareket etmiş; hem de hakkımda hukuki sürecin başlatılması için zemin hazırlamış olurum. Sosyal mecranın gelişigüzel fenomenleri ise bu anlamda bizden daha özgürler.
Ben, haberin hür, yorumun özgür olduğunu bırakın bir başkasına, kendime bile söylemem. Onlar yeri gelir yerel medyayı dahi tefe koyup çalabilecek cesareti kendilerinde görür…
Yani diyeceğim, basında sansürün ne kadar kaldırıldığı, ne kadar sansürsüz olduğumuz tartışılır. Paran kadar özgürsündür… Paran yoksa özgürlüğün de yoktur.
Kimse kusura bakmasın bu hale gelmemizin asıl müsebbibi de ne yazık ki biziz… Herkesin her derdine koşmaya çalışan, bunu bir kamu görevi bilen biz… Başkalarının derdine derman olmaya çalışırken kendi meseleleriyle ilgili hiçbir şey yapmayan, yapamayan, gücünü kullanamayan, sahip olduğu gücün farkında olamayan bir avuç insan…
Bugün, bu bir avuç insanın bayram günü… Yaptığımız işin zorluğu ve sorumluluğu itibariyle baktığımda gazeteciliğin bir manada delilik olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de diyorum ki bizim için sadece bugün değil, her gün bayram…