Geriye dönüp baktığımızda belki bu kadar teknolojik rahatlıklar yoktu. Hayat standardımız bu günkü kadar yüksek değildi. İstediğimiz her hangi bir şeye bu gün ulaştığımız kadar rahat ulaşamıyorduk. Ama küçük şeylerden mutlu olmasını da biliyorduk. Mahallede arkadaşlarımızla “Kan kardeş” oluyor, sabahleyin çıktığımız sokaktan “Oğlum şimdi baban gelecek, artık eve gel” diyen annemizin sesini duyana kadar doyasıya eğleniyorduk. Mutluyduk… Samimi idik… İçtendik…
Her şeyin bir bedeli olurmuş. Medeni (!) olmanın bedeli de ne yazık ki kolay ödenmiyor. Alışveriş merkezlerinde, okullarda, resmi kurumlarda, yollarda bizi izleyen yüzlerce kamera ile birlikte yaşıyoruz. Yapmayı tasarladığımız kötülükleri kamera olan yerlerde değil de, ölü noktalarda yapıyoruz. Kimsenin görmediği zaman her türlü kötülüğü yapma özgürlüğümüz (!) var zaten. Ama çok önemli bir şeyi göz ardı ediyoruz. Allah’ın kamerası sadece yaptıklarımızı değil, yapmaya niyet ettiklerimizi bile kayıt altına alıyor.
Gelecek yıl (Allah’ın izniyle) arkeolog olacak kızım benden bir şey istedi. “Babacığım ne olursun bunu da yaz” dedi.
Yeni tramvaylarda kart okutma, daha doğrusu okutmama daha kolay oluyormuş. Şartları fırsata çeviren uyanıklar (!) çoğu zaman kart okutmadan biniyorlarmış. Kimse de bunlara müdahale etmiyormuş ne yazık ki. Benim derdim kontrol elemanları değil. “Neden dikkat etmiyorsunuz” demiyorum. Kaptığını kar bilen, olaya “kısa günün kârı” diye bakan, kimse görmese de Allah’ın kamerasını yok sayan zavallı insanlar hesap gününden de mi korkmazlar?
Bir alışveriş merkezinde 70-75 yaşlarındaki bir adam dikkatimi çekti. Alışverişi bıraktım, adamı takip ediyorum. Çünkü adam, meyve sebze reyonundaki kabukları kolay soyulan bademlerin başına geçti, kırdı yedi… kırdı yedi… Kabuklarını da bademlerin içine bıraktı. Yaklaşık 30-40 kadar badem yedikten sonra cevizleri gözüne kestirmiş olmalı ki, 8-10 kadar da ceviz yedi, çekti gitti. Bu yaşa gelmiş bir adamın haramdan, helalden haberi olmalı değil mi? O yaşa “ot” gibi mi gelmişti? O adamın acaba çocukları nasıl insanlardı? “Kurttan kuzu doğarmış” derler. Belki de babaları gibi “Haramzade” olmamışlardı. O adama “Ne yapıyorsun hacı emmi” diyen birisi olmadı ama, Allah’ın kamerasının kayıtları zamanı gelip de kendisine gösterildiğinde, yüzü kızarmayacak mıydı?
Hiç birimiz de sütten çıkmış ak kaşık değiliz. Küçük veya büyük, az ya da çok bizlerin de günahları mutlaka var. Ama üç günlük dünya için öteki aleme “Kul hakkıyla” gitmeye ne gerek var? Boğazda bostan mı biter? Üç-beş badem yesek ne olur, yemesek ne olur? Tramvayda bir bilet az versek ne olur, çok versek ne olur? Beş para etmez dünya menfaati için Allah’ın huzurunda yüzümüzü kızarttığımıza değer mi?
Hayır severlerin sadaka taşına bıraktığı sadakaları, ihtiyacı olanların ihtiyacı kadar aldığı bir nesilken, sevgili dostlar, bize ne oldu böyle?
Kazık çakmaya gelmedik. Bir gün bizim için de “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” diyecekler.
Benden hatırlatması…