Bolluk var, bereket var, ne ararsan var, hani yok-yok demişler ya…Her taraf lebalep dolu. O bolluk raflarda, o bolluk tezgahlarda.
Yalnız bir şey eksik!
O eksik olan şey, hiç yokmuş gibi anlatılıyor!
Yaşanmıyormuş gibi dile getiriliyor!
Önemsiz, ehemmiyetsiz bir şey gibi takdim ediliyor!
O şey ne mi?
Alım gücü!
Yani, Orhan Veli’nin dediğinden…
“Cep delik, cepken delik, / Kol delik, mintan delik, / Yen delik, kaftan delik, / Kevgir misin be kardeşlik !” demiş ya rahmetli…
Kevgire dönmüşüz, bolluk-bereket varmış, varmış amma sadece gezip dolaşmak, uzaklardan bakmak, seyretmek bedavaymış!
O eksik olan… O eksik kalan… Var olduğu söylenen…. Ancak bizde olmayan… Bulunmayan, yanımızdan geçmeyen… Bir tek bize selamünaleyküm demeyen… Gönlümüzden geçen bu değildi diye name çekilen…Bolluk ve bereketin önündeki set, önündeki engel!
Onun yüzünden onca çektiğimiz çile, sıkıntı, bunalım…Ne derseniz, neye sayarsanız, öyle bir şey işte… Yüzde seksenimizin derdi, yetmeyeni, yetişmeyeni, eksik kalanı! Bolluk ve bereketin yanına yaklaştırmayanı, semtine uğratmayanı!
*****
Cepler krizde…Cüzdanlar tamtakır! Bolluk-bereket bir manzara olsa ne, olmasa ne!
Fiyatlar yanına yaklaşılamayacak kadar mağrur ve kendini beğenmiş!
Dur vatandaş diyor! Dur pazarın, çarşının, marketin müşterisi diyor!
Etiketlere bakmadan geçme…Geçme ki, aramızda maraza çıkmasın!
Yok ben görmedim, yok haberim yoktu, yok fark etmedim, yok dalgınlığıma geldi gibi söylemleri kabul etmem diyor pazarlar, çarşılar, marketler!
Bazı etiketler oldukça ilginç!
5 lira diye kocaman yazmış. Etiketin yanına yaklaşıyorsunuz, gözlüğünüzü takıp bir daha bakıyorsunuz, rakamın az üzerinde küçük bir yazı daha…
“Yarım kilosu” yada sadece “yarı” diye bir yazı daha var.
Anlıyorsunuz ki, o sebze yada meyve aslında on lira, 5 lira dediği yarısı…
Paran varsa bolluk bereket!
Yoksa, paran kadar al, pazarı terk et!
Yani tam bir felaket!
*****
Bir zamanlar, ne yetişse yerliydi…Her ürünün yetiştiği yer belliydi. Üreten memnundu… Satan mutlu… Alanın içi rahattı.
Herkes nerede ne yetiştiğini bilirdi.
Hatta pazara gelen sebzenin, meyvenin, bakliyatın o bölgeye ait olup olmadığına varıncaya kadar!
Ya şimdi? Şimdi ithal diye bir yaklaşım var!
Tarlaya ektim soğan diye türküler yaktığımız soğan dahil!
Hani fasulyesi 7.5 lira hem kaynasın, hem oynasın diyorduk ya…
O fasulyede bizden olmaktan çıktı. Bizim olmaktan çıktı.
Bu yeni arkadaşlar Meksikalı…Ne adı bizden, ne tadı…
Dolayısıyla bayağı bir para…
Bir avuç fasulye alacaksın, senin memleketinde yetiştiğini unutacaksın!
Bolluk-bereket, ne arasan var. Canının çektiği, çekmediği, bildiğin bilmediğin ne varsa…Bir tarım ülkesi olan bize ait ne mi var?
Onun cevabı çiftçinin üreticinin feryadında, gözyaşında, ahında!
*****
İthaller, yerlileri önce marketlerden kovdular…Hem de yaka-paça attılar dışarı…Kuruldular raflara….
Bizim fasulye, nohut, mercimek, barbunya küskün, dargın bir şekilde pazarlarda…
Benim o ithallerden neyim eksik, yerli diyorsanız benim, milli diyorsanız benim diyor amma duyan yok!
Edebiyat yerli-milli konusunda varsın mangalda kül bırakmasın, ithal ürünler karşısında yalnız, yapayalnız bırakılmış ürünlerimiz pek çok. Üstelik onca bolluk ve bereketin arasında!
Pandemi döneminin pazarları, eski pazarlarımızı mumla aratıyor!
Bir kere pazarların o eski neşesi yok! Havası yok!
Bizim müşteriler yorgun, hayata küskün, zoraki pazara gelmiş gibi…Suriyeli sığınmacılar neşeli, istekli, pazarda tur üzerine tur atıyorlar, çoluk-çocuk hepsi pazarda…
Biz ise, işimiz bitse de bir an önce gitsek havalarındayız. Bu manzara alım gücümüzün ne kadar düştüğünün de ayrı bir göstergesi…
*****
Her şey iyi hoş amma, az biraz da paramız olsaydı diyor insanlar…
Köylü-çiftçi mazottan, gübreden, elektrikten yana dertli, tahminler ötesi bir şekilde borçlu…
Evini, traktörünü, bağını-bahçesini sattığı halde borç yükünün altından kalkamayan, ezilen, dağılan, perişan olan pek çok.
Asgari ücretli ve emeklinin durumu içler acısı…
Bolluk-bereket çok amma…Nasıl geçinecek, neyle geçinecek, hangi olmayan parayla geçinecek insanlar? İşin o faslından kapak kaldıran yok!
Şu anda en mesut, en memnun, en bahtiyar olanlar sığınmacılar. Özellikle Suriyeliler… Neredeyse bir elleri yağda, diğeri balda…
Ekmek elden, su gölden tasasız, borçsuz-harçsız, işleri Almanya’dan iyi gibi…
Anlayacağınız, Avrupa, Türkiye size kapıları açtık dese, Suriyeli sığınmacılar bir bakmışsınız yığılmışlar kapıya…Biz mi? Bize sıra gelinceye kadar, atı alan Üsküdar’ı aşarda, geçer de…
Bolluk-bereket diyorduk değil mi?
Hani Ziya Paşa merhum demiş ya, “Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez,/ Bârân yerine dürr ü güher yağsa semâdan.” Bizimkisi o hesap…