Biz borç denince neler dememişiz neler. Borç yiyen kesesinden yer demişiz, borçlu ölmez, benzi sararır demişiz. Borç yiğidin kamçısı demişiz. Uçan kuşa borcu olanlardan dem vurmuşuz. İnsanlar bir şeyin sahibi olsun diye borca teşvik de etmişiz, aşırı gidenleri de uyarmaktan geri kalmamışız.
Deprem gibi, sel gibi, yangın gibi felaketlerle yüzleşme zorunda kalınması, insanımızın içine düştüğü mağduriyetler ve sıkıntıların yanı sıra, halen varyantlarıyla birlikte toplumumuzu yerden yere vuran, kolunu kanadını kıran, madden ve manen büyük oranda insanımızı zora sokan Pandemi denilen karanlık bir tünelin içinden geçiyoruz.
Tünelin ucu bucağı yok…
Açtığı tahribatın boyutlarını ise hesap eden yok!
İçi bilinmezlerle dolu olan bu tünelde ne yazık ki yalnız yürüdüğümüz inancı yaygın!
Elimizden tutan yok! Yalnız değilsiniz diyen yok! Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir benzeri bir yaklaşımla karşı karşıya olduğumuzu düşünen ise pek çok! Ne derdin var diye soran yok, dinleyen yok! Bağıran çok, azarlayan çok, sonra anlat diye başından savan çok!
Nasıl anlatsın insanlar maruzatını?
Derdimi ummana döktüm, umman almadı diye karalar mı bağlasınlar?
Tuzu kuru olanların dışında, borcu harcı olmayan bir adım öne çıksın dense gerçekçi olarak kaç kişi çıkar? Yine de, borcum çok amma, ödemeye çalışıyorum benden daha kötü durumda olanlar var, ben kendimi borçlu falan saymıyorum diyen mangal yürekli koç yiğitler var bu ülkede…
****
Yaygara koparan, önüne gelene ağlayan ve bunu yaparken gerçek ihtiyacı olanları perdeleyen, onların önüne geçen, onların görünmesini engelleyenleri bir türlü ayırt edemedik! Ağlamayan çocuğa meme vermezler diye yanlış bir cümlenin peşinde giden bizler ise ilk önce bu yaygaracıların, yalancıların yalandan gözyaşlarını silmeye devam ediyoruz!
Fakir-fukara, garip-guraba tabiri de nutuk çekerken lazım olduğundan onu da kürsülere ve açıklamalara saklıyoruz!
İnsanlar bu hale nasıl düşer? Dengeler neden alt üst olur? İpin ucu neden kaçırılır?
Aslında nedenlerini bilmeyenimiz yok!
Yaraya parmak basmak gibi, neşter vurmak gibi konularda geç kalıyoruz.
Pandemi dönemi, borcu-harcı olmayan insanları dahi borca batırdı.
Borçla tanıştırdı. Borcu olanların borcunu katladı. Çarklarını borç-harç döndürenleri de, yere yapıştırdı. Yüzlerine bütün kapılar kapandı.
Peki ne mi yapıldı?
“-ecek” ve “-acak” dışında hiçbir şey!
****
Aylarca dükkanı kapalı kalan insanların dükkan kiraları, personel giderleri, vergileri devam etti. Oldukça cüzi destekler devede kulak kaldı. Sıra sıra dükkanlar, sırayla kepenk indirdi. Bu iş buraya kadar dedi, benden bu kadar dedi. Çünkü bu ağır yükün altından kalkamadı. Kalkmaya kalkanlar, niyetlenenler öyle bir dibe vurdu ki, bir daha ne kalkabildi, ne de belini doğrultabildi!
Bazıları evini arabasını sattı, yetmedi. Dükkanını açtı o eski canlı havayı yakalayamadı.
Bankalara koşanlar aldıkları kredilerin taksitlerini ödeyemediler!
Sonra tekrar kapandı dükkanlar, sonrasında kısıtlı saatlerde açıldılar. Kiraları dahi çıkmadı. Ayakta kalabilenler, borcumuz var amma bu iş bizim işimiz dediler, devam ettiler.
Emeklinin, işini kaybedenin, asgari ücretlinin, değişik sektörlerde çalışanların borç yüzünden nefesleri kesildi, gözleri karardı, tansiyonları düştü.
Teşbihte yada temsilde hata olmasın, cebinde bir lirası olmayanın, bin lira borcu varsa ne yapacak o insan? Önünü arkasını düşünseydi, zamanında birikim yapsaydı, tasarruf diye bir kavram hiç mi duymadı demesi kolay!
*****
Yaz aylarına borçla girdi insanlar. Tarladaki ürünleri mahsulleri para etmedi. Mazota, gübreye güçleri yetmedi. Ücret ve maaşla geçinen insanlar, ne artan kiralara yetişebildiler, ne de faturalara…
O insanları duygulandıran bölüşme ve paylaşma hikayeleri bir hayli azaldı.
Çünkü, o bölüşen ve paylaşanlarda da, bölüşecek, paylaşacak bir şey kalmadı.
Sığınmacıları muhafaza etmeye çalışmaktan, onlar aç kalmasın, mahsur kalmasın diye çabalamaktan, kendi insanımızın neler çektiğini, hangi sıkıntılar içerisinde yaşama ve ayakta kalma mücadelesi verdiğini unuttuk. Hem öyle bir unuttuk ki, kendi insanımız açım diyor, inanan yok!
İşsizim diyor, olayı büyütme abartma diye karşılıklar alıyor.
Hatta herkes halinden memnun demeye gelen cümleler kuruluyor.
Bankalara kaç milyon insanın borcu olduğunu net bir şekilde ortaya koymak, sanırım işin vahametini gözler önüne serecektir.
Lakin rakamlar inandırıcı değil…Rakamlar yalanı doğru gibi anlatan insanlara döndü…Birde yalan yere yemin etmesini de öğrendi. Şimdi gözünü kırpmadan valla-billa deyip yalan söylüyor.
*****
Borcu borçla döndürmek de bir yere kadar. Atalar dökme suyla değirmen dönmez deseler de, yıllardır dökme suyla değirmen döndürenler az değil.
Madden borcu olmayan insan sayısı az. Borç sarmalları, borç girdapları, borcun kördüğüme çevirdiği hayatlar, içinden çıkılması zor virajlar insanları yapılandırmaya, bankalarla içli dışlı yapmaya, ne kazanırsa bankalara teslim etmeye zorluyor.
Para denen nesne, olanda çok, olmayanda hiç yok!
Ekonomistler her doğan çocuk, şu kadar lira borçla doğuyor diye anlatsalar da, borca battığımız, borç bataklığı içerisinde debelendiğimiz sır değil.
Öyle bir dönemden geçiyoruz ki, çiftçi borçlu, köylü borçlu, esnaf borçlu, memur borçlu, emekli borçlu, asgari ücretli borçlu, işini kaybedenler borçlu, gençler borçlu…
Tek bir sıkıntımız var!
Borçlu olduğumuzu, borç içinde yüzdüğümüzü, kımıldayacak halimiz kalmadığını duyması ve bilmesi gerekenlere anlattığımız halde inandıramamak!