Sahip olmak istediğimiz maddi anlamda her şey temin edildikten sonra, kavuşuncaya kadarki heyecanı ve isteği korumaz. Ruhun doyması, midenin/nefsin doyması gibi değildir. Kimi iyilikler yaparak, kimi çalışarak; ama her ne olursa olsun yeni şeyler öğrenerek hayatı anlamlı kılabiliriz. Elbette insanın önce kendini okuması, kendi ‘iç’ine bir yolculuk yapması gerekir. Bunun olmadığı faaliyetlerde neticeye ulaşmak beyhudeliğe mahkûmdur.
Sözü daha fazla uzatmadan bu haftaki kitaplarımıza geçelim ve şiir gibi bir başlangıç yapalım.
Şiir Neden Önemlidir? /Jay Parini/ YKY: “Pek çok kişi için şiir bir şey ifade etmez” diyor Jay Parini kitabının başında. Ama bu genellemeyi görmezden gelerek şiir, dil, şiirin anlamı ve zihinler ile hayatları değiştirme gücü üzerine derin bir inceleme sunuyor.
Kendisi de şair olan başarılı eğitmen Parini; Aristoteles, Horatius, Longinus gibi yüzyıllar önce şiiri savunmuş insanları ele alarak başlıyor, sonra Wordsworth, Coleridge, Shelley, Eliot, Frost, Stevens ve daha pek çok başarılı şairin şiir savunularını inceliyor. Okurun şiirsel ses, metaforun gizemi, özgünlük ve özgürlük üzerine düşünmesini sağlayan yazar, gelenekle nasıl bir bağ kurulması gerektiğini de ortaya koyuyor.
Parini anlaşılmaz terimler ve karmaşık yorumlardan uzak durduğu bu kitabını “şamatacı” kültürün gürültüsü yüzünden zaman zaman unutulan bir gerçeği gün yüzüne çıkararak bitiriyor: “Şiir önemlidir çünkü yokluğunda yarım yaşarız, yaşamın sunduğu olanakların tam anlamıyla bilincinde olamayız.”
Haydar Ergülen/Âşıklar Cemi’: Haydar Ergülen İthaki etiketli yeni kitabında Anadolu sözlü kültürünün en önemli taşıyıcıları olan âşıklar için kalem oynatıyor bu sefer. Halktan, Hakk’tan, dosttan, aşktan, yoldan, yolcudan, sazdan, sözden dem vuran ve kimi zaman katledilen, yok sayılan ama inatla sazlarını çalıp söyleyen âşıklar, çağdaş bir şairin kaleminde yeniden hayat buluyor. Âşık Veysel’den Âşık Mahzuni Şerif’e, Neşet Ertaş’tan Şahsenem Bacı’ya, Davut Sulari’den Muhlis Akarsu’ya, Şah Turna’dan Ali Ekber Çiçek’e bir yol hikâyesi anlatıyor Ergülen.
“Onlar hem âşık hem halk âşığı hem de Hak âşığı diye anılırlar. Yaptıkları her şey aşktandır, çalıp söyledikleri, susup inledikleri. Aşktan yaratılmışlardır, aşk için yaratılmışlardır: ‘Yaradan bizleri insan yaratmış/muhabbet insana cana muhabbet’ diyen Ruhi Su’yu hatırladım, Yaradan’ın bizi niye yarattığını bir kez daha düşündüm. Kendi kendime şöyle dedim, herhâlde aşk için yaratmıştır, aşk için yaratmasa niye yaratacaktı ki bizi, yani ne gereği vardı diye de kendimi onayladım. Sonra da ‘insan aşk için gelmese niye gelecekti ki dünyaya?’ diye de tekrarladım.”
Avrupa’nın Kısa Kültür Tarihi/ Emmanuelle Loyer/İş Bankası: Avrupa’da 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren şekillenen kültürel temsilleri ve pratikleri, önemini hâlâ koruyan on üç tema çerçevesinde derleyen bu kitap kıta ölçeğinde bir kültür tarihi sentezi sunuyor.
Emmanuelle Loyer her bölümde bir sorunsalı ortaya çıkarmaya ve “Avrupa denilen çiçek dürbününü avcumuzda çevirip o ana kadar kendini göstermeyen yeni gerçekliklerin farkına varmamızı sağlayan tarihyazımsal bir aracı kullanmaya” çalışıyor: Garlar, kafeler ve bulvarlar gibi mekânlar etrafında şehre özgü yeni zaman algısının ve deneyim sisteminin nasıl şekillendiğini gözler önüne sermek için kent kültürüne eğiliyor. 19. yüzyılın ikinci yarısında serpilmeye başlayan “gazete uygarlığı”nın, tiyatronun burjuvalaşma sürecinin hikâyesini anlatıyor. 1914-45 arasında Avrupalı toplumlara damgasını vuran savaş kültürünün toplumsal yaşama nasıl sızdığını ve sömürgeci kültür denen düşünsel yapıda kendini nasıl sürdürdüğünü gösteriyor. Avrupa monarşilerinin karşısında oluşan sivil toplumun bayraktarlığını yapan entelektüel figürünün geçirdiği dönüşüme, 1968’le baş gösteren yeni hareketlilik tarzlarına odaklanıyor.
Son olarak, dijital kültür, kitle turizmi gibi daha güncel olgulara da değinen Loyer, yirmi beş yıllık okumalarının ve derslerinin ürünü olan Avrupa’nın Kısa Kültür Tarihi’ni özel hayatın yakın tarihine göz atarak tamamlıyor.
Bu haftaki kitap yolculuğumuzu daha çok kadınların ilgi alanına girebilecek iki kitapla bitirelim…
Borcun Feminist Reddi/ Lucí Cavallero/ Otonom Yayın: Biz değer üretenler olarak diyoruz ki: Bir Kadın Daha Eksilmeyeceğiz, Hayatta Kalmak ve Borçsuz Olmak İstiyoruz!” İşte tam da feminist hareketin yükselttiği bu sloganın izini sürüyor elinizdeki kitap. Borç mekanizmasının nasıl da yaşamın her alanına sızdığını, yeni itaat ve sömürü biçimleri ürettiğini, böylece emeğin güvencesiz, esnek ve kötü çalışma koşullarına nasıl da mahkûm edildiğini gözler önüne seriyor. İktidarın borç yoluyla uyguladığı şiddeti, kolektif öznelliklerin parçalanışını, mülksüzleştirme pratiklerini, bireyselliğe hapsedilmeyi ilk elden yaşayanların diliyle ifade ediyor. Borç yükünün özellikle de kadınların, lezbiyenlerin, transların ve non-binary’lerin üzerinde yarattığı olumsuz etkileri, kaygıları, yalnızlıkları, yabancılaşmaları anlatıyor. Bununla yetinmeyip, borcun nasıl reddedileceğini, borç mekanizmasının nasıl parçalanacağını, borç yükünden kurtulmanın nasıl mümkün olacağını da soruşturuyor. Borç yüzünden “sıfır noktasında” yaşayanların, kırılgan bedenlerin, yaşamı üretenlerin ve yeniden üretenlerin direnişini, reddini ve isyanını dile getiriyor. Bizi, yeni örgütlenme ve dayanışma biçimleri arayışlarına ortak ediyor.
Kadın Nereye Sığar/Emine Çindemir/Atayurt Yayınevi: Kadın nereye sığar? Ayakları üzerinde duramayan kadın hiç bir yere sığamaz. Anne ve babaya yük, kocaya köle, evlatlarına ise her koşulda sığınılacak bir limandır. Yıllar önce alt alta gördüğüm iki fotoğraf beni çok etkilemişti. İlk fotoğrafta, genç bir annenin yanındaki iki küçük çocuk “O benim annem.”, “Hayır, o benim annem.” diyerek kadını çekiştiriyorlardı; İkinci fotoğrafta ise yaşlı bir kadının yanındaki yetişkin iki kişi bu sefer de “O senin annen.”, “Hayır, o senin annen.” diyerek kadını birbirlerine iteliyorlardı. Hem gülmüş, hem de çok duygulanmıştım. Bir de bazı çocukların işlerine gelmediğinde annelerine “Doğurmasaydın, doğurduysan bakacaksın.” dediklerini de duymuşsunuzdur. Ancak ben hiçbir evladın babasının karşısına geçip “Doğurttuysan bakacaksın.” dediğini duymadım. Elbette istisnalar olabilir. Fakat annelerinin karşısına geçip ‘Doğurduysan bakacaksın!’ diye çatır çatır kavga eden evlat çok gördüm. O yüzden her kadın kendi ayaklarının üzerinde durabilmelidir.
Haftaya yeni kitaplarda buluşmak üzere, sağlıcakla ve kitaplarla kalın…