Aşık Veysel, “Güzelliğin on para etmez/Bu bendeki aşk olmasa” demiş vurmuş sazının teline. 1976 yılında Rüçhan Çamay’ın seslendirdiği “Para, para, para/ Varlığı bir dert yokluğu yara” şarkısı, paradan öyle bir dem vurmuştu ki, dillerden düşmemişti.
Kendimizi bildik bileli bir şeyin fiyatı kurulduğunda, pazarlığı yapıldığında kaç para diye söze girilir hep. Büyüklerimiz on paradan, yirmi paradan, 40 paradan, yüz paradan söz ederlerdi.
On parayı da, yirmi parayı da elime almadım.
Para, kuruşun altındaki para birimiydi.
40 para bir kuruştu. Yüz kuruşta bir lira!
Kenarı tırtıklı bir kuruş 1956-57’lerde geçiyordu. Ortası delikli yüz paralar, iki buçuk kuruştu. Bir külah kabak çekirdeği ediyordu mahalle bakkallarında…
Bozuk paraların en küçüğünden en büyüğüne geçerliliği yüksekti.
Liraya gelmeden, bozuk paralarla birçok meselenizi halledebilirdiniz.
Ekmek alabilirdiniz, yanına katık olarak peynirdi, zeytindi, helvaydı artık canınız ne çektiyse…
Bizim çocukluk günlerimizde, hatta yüksek okul günlerimizde bile kuruşlar en sadık dostlarımızdı.
Çay içtiğimiz gibi, yanına bir de simit alabilirdik.
Güzel pantolon diken terziler, pantolonlara sağlamından bozuk para cebi yaparlardı. Koşsanız dahi o paralar ne saçılır ne dökülürdü.
Bozuk para can kurtarandı…Toplardınız evdeki bozuk paraları, bir de bakardınız ki, bayağı bir yaraya derman olmuş. Çocuklara harçlığa varıncaya kadar.
O zamanlar harçlık dediğiniz neydi ki?
Bir simit parası….
Dolmuşla bir yere gidiyorsanız dolmuş parasının yanına ek bir para…
Artık para diye bir para birimimiz yok! Ancak, adı kuruşta olsa, bozuk para ifadesi hiç değişmedi, yerleşti kaldı! Kaldı amma, bozuk paranın bir hükmü kalmadı!
*****
Gelelim günümüze…
En kıymetli bozuk para, Avrupa’nın avrosu. Özellikle 1 ve 2 avroluk bozukluklar. Cebinde bir avuç bozuk avro olan için her şey ucuz!
Yurt dışından gelenler, kağıt avrolara ihtiyaç duymadan bozuk 5-6 avro ile yemek yiyor, çayını kahvesini içiyor, bahşişi dahi bozuk para cinsinden bir yada 2 avro olarak veriyor!
Bir avro 18-19 lira bandında…
Garibim liramızın bandı falan yok! Sadece yara bandı var elinde! Öylesine sert düşüşler yaşıyor ki, her tarafı yara-bere, her tarafı kan-revan!
Çaresiz!
Çıkışı yok…
Sesi soluğu kesik!
Bir ekmek dahi etmiyor!
Hiçbir şeye yetmiyor!
Liramızın, ancak üçü-beşi bir araya gelirse bir ekmek almaya takati var!
Beş tanesi falan bir bardak çaya yetse de, yanına birde simit alabilmesi için ya dört yada beş tane daha bir liraya ihtiyaç duyuluyor!
Bozuk paralarımız hiç bu kadar zorlanmamış, hiç bu kadar çaresiz kalmamıştı!
*****
Bir liranın dışında kalan bozuk paraların durumu ne mi?
Elli kuruş, yirmi beş kuruş, on kuruş ve beş kuruş kapanmışlar yüzükoyun yere!
Bu bize yapılır mı?
Bu bize reva mı?
Biz bunu hak edecek ne yaptık?
Yüzümüze bakan yok, cebinde taşıyan kalmadı!
Yere düşsek eğilip alan yok!
Diye sızlanıp duruyorlar!
Pandemi öncesinde, durumu fena değildi bozuk paraların!
Bir kilo patlıcan 50 kuruştu!
Patates 60 kuruş, 65 kuruştu mesela…
Bir demet maydanoz 25 kuruştu!
30 kuruşa-35 kuruşa domates çoktu!
Soğanda kuruşla satılanlar arasındaydı…
Hiçbiri bir lira değildi!
Biber bile…
75 kuruşa çok aldık!
Nasıl üzülmesin, nasıl yanmasın bozuk para, nasıl ah vah etmesin insanımız!
*****
Yetmişli yılların başında, yani yirmili yaşlara merhaba dediğimiz günlerde, Çay 25 kuruştu.
Simit 25 kuruştu...
Belediye Otobüsüyle şehre gitmek 25 kuruştu...
Amma bizim cebimizde 25 kuruşumuz olmazdı çoğu kez...
25 kuruş lafı her geçtiğinde, hüzünlere dalanlardanım.
25 kuruşunuz olmadığında...
25 kuruşluk çay burcu burcu kokardı...
25 kuruşluk simit, İskender kebaptan daha iştah çeken bir yiyecek olurdu. Susamları bile gözünüze bir başka görünürdü.
Okuldan şehre gitmek, rüya gibi gelirdi.
Okul kantininden içeri girmek canınız istemezdi. Kantincinin sodalı çayları bile gözünüzde tüterdi.
Beş yirmi beş kuruş bir araya geldiğinde, mis gibi bir mercimek çorbası olurdu, lokantalarda.
Bizim nesil nasıl unutabilir 25 kuruşu…
Nasıl unutabilir bozuk paranın kadrini kıymetini…
Onun içindir ki, ne ben ne de o günleri yaşayanlar 25 kuruşlu, yani bozuk paralı günlerimizi unutamadık.
Bozuk paraların haline bu kadar çok bozulmamız biraz da o yüzden!
*****
Hafta sonları sinemaya gitmek dahi kuruşlaydı…
Kaç kuruş mu?
Elli kuruş!
Bir gül kaç kuruştu?
On kuruş!
Yıl kaç mıydı?
1950 ile 1960 arası…Gül on kuruş diye film müziği dahi vardı!
Anlattıklarımız hep bozuk paralı hatıralar.
Bu kadar da hırpalanmamalıydı bozuk paramız! Liramız! Avrupa’nın şımarık avrosu karşısında, kara yaslara bürünmemeliydi! Boynu bükük kalmamalı, bırakılmamalıydı!