Ülke gündemi bu aralar seçime odaklandı… Siyasi argümanlar her yerde karşımıza çıkabiliyor. Seçim, gündemimizi o kadar çok meşgul ediyor ki siyasetin dışında ve hayatın içinde olan pek çok şeyi atlayabiliyoruz…
Son birkaç gündür çarşıda, pazarda, alışveriş merkezlerinde, caddelerde, sokaklarda gördüğüm, gözlemlediğim ve ekonomi odaklı birkaç hususu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Çünkü, ticaretin döndüğü her yerde ciddi bir yoğunluk, bayram arifesi kalabalığı, ekonomide hareketlilik ve canlılık var.
Hayra vesile olsun. Elbette ki ticaretin dönmesi hepimizi için sevindirici. Ama bu dönemde bu kadar yoğun alışverişin yapılması ürkütmüyor da değil.
Kulaklarımızı fısıldanan bazı söylemlerin üç beş kuruş birikmişi olan insanların üzerinde nasıl bir etki bıraktığına şahitlik ediyorum.
Şöyle ki, ‘Seçimden sonra döviz kurları çok yükselecekmiş. Dövize endeksli olan cep telefonu, bilgisayar, tablet gibi elektronik cihazlar ile başta beyaz eşya ve televizyon olmak üzere çeşitli ev gereçlerinin fiyatları bugün olduğundan en az yüzde 50 daha fazlasına çıkacakmış, yükselecekmiş’ deniyor…
‘Bunu kim diyor, kaynağın kim?’ diye soracak olursanız, kaynak kulağım…
Diğer yandan altın ve döviz alım satımının yapıldığı iş yerlerinin önünden geçerken insanların gözlerinin anlık döviz kurlarının olduğu ekranda, kulaklarının cep telefonlarında olduğunu görüyorum. Görmekle kalmıyor, “Ben şu kadar şundan aldım. Bu kadar daha alacaktım ama vermediler. Sonra şundan aldım biraz da…” gibi cümleleri de birebir işitiyorum.
Bunları görünce, “Bu millette gerçekten para var. Parası olanın da derdi var” demekten kendimi alıkoyamıyorum.
Tabi ki bunlar toplumun genel ekonomik yapısını ortaya koymaz. Her 10 kişiden sadece birinin bile yatırım yapacak kadar parası varsa zaten bu şehirdeki tüm döviz bürolarının önünde büyük yığınlar oluşur.
Madalyonun temel ihtiyaçlar silsilesi boyutuna baktığımda da değişen bir durum görmüyorum. Markete gidiyorsunuz iğne atsanız yere düşmez. Alışveriş merkezleri hakeza… Temel ihtiyaçlar grubunu geçin, insanlar eğlenmek için kuyruğa girip dakikalarca belki saatlerce bekleme eziyetine katlanmayı bile göze alabiliyor.
Bir de pazara bakalım…
Hiç olmadığı kadar canlı…
Satıcının keyfi yerinde, sebze – meyve döküm… Bereket var. Fiyatlar da öyle düşmüş ki, bir ay önce altınla yarıştırılmaya kalkılan soğanın, patatesin, salatalığın kilosu 10 liraya kadar gerilemiş. Tüm sebze ve meyve türlerinde genel anlamda ciddi bir fiyat düşüşü var.
Ticaretin canlanmasından, aldığı ürünü akşam olmadan bitirebileceğine olan inancından taviz vermeyen tüccar, sebze ve meyve satıcısı iştahla bağırıyor, “Gel vatandaş gel. En tazesi, en lezizi, en güzeli, en uygun fiyata burada…”
Pazarın nabzını tutup, genel fiyat ortalamasını tespit eden vatandaş da yarı yarıya düşmüş olan sebze ve meyve türlerindeki bereketten istifade edip bir alacaksa iki alıyor…
Pazarcılar, fiyatların bundan sonraki süreçte düşme eğiliminin devam edeceğine inanıyor. Vatandaş da aynı fikirde ama geçmişin intikamını alırcasına, dün alamadığını bugün fazlasıyla alıyor. İnşallah israf etmeden tüketebiliyordur…
Fiyatı düşmeyen ve hatta her geçen gün ateşi yükselen bir temel gıda grubu daha var. Ondan da bahsetmek lazım elbette. Et ve süt ürünleri… Süt, peynir, tereyağı, et… Yanına yaklaşırken üzerindeki etiketleri gören insanların yüzünün nasıl düştüğünü de görüyor bu gözler.
Kim bilir, belki de döviz bürolarının önünde anlık kur dalgalanmalarıyla gözleri açılıp açılıp kapanan para babaları, yönünü çevirse, üretime dönse, yatırım yapsa belki tarım ülkesi olan cennet vatanımız Türkiye tarımsal ve hayvansal gıda üretiminde de kendine yetmeye başlayacak. Aslına dönecek. Ürettikçe kazanacak. Belki de enflasyon bu sayede taban yapacak. Ne biliyim işte sonuçta vatandaş mutlu olacak.