Özellikle diktatörlüklerle yönetilen ülkelerde ortaya çıkan karışıklıklar ve yönetim buhranları, üzerine basılmış da sonra bırakılıvermiş bir yay gibi, bırakıldığı zaman nerelere çarpıp zarar vereceği bilinemiyor. Bölgemizde yer alan her ülke halkının kendine özgü bir karakter yapısı var.
Ülkemizde ve Konya'mızda da değişik yakın ve uzak komşu ülkelerden insanlar arasında özellikle Suriyeli, Iraklı, Somalili, Afganistanlı misafirlerimiz çoğunluk olarak ilk sıralarda yer almaktadır. Göç eden insan elbette mutsuz olduğu için göç etmektedir. Mutsuzluğun sebebi de, ya geçim sıkıntısı yönüyle ekonomik, ya ülkesindeki karışıklıklar nedeniyle siyasi, ya da eğitim amaçlı ve kültüreldir.
Bir grup Iraklı misafirimiz ile bu konuları konuştuk. Birinin oğlu Bağdatta yapılan saldırılarda şehid olmuş. Oğlunun üç yetimiyle birlikte binbir meşakkatle canlarını Türkiye'ye, Konya'ya atmışlar. Onlar da bütün hicret eden insanların üzgün, yorgun ve endişeli hallerini üzerlerinde taşıyorlar. Ama bir o kadar da vakarlı, ilim ve edep sahibi oldukları görülüyordu.
Bir zamanlar Irak'ın büyük alimlerin öncülüğündeki ilim merkezleri dünyaya ışık tutmuş, Kûfe, Basra, Bağdat gibi meşhur şehirleri vardı. Bu ilmi miras ve kültürün etkisiyle olmalıdır ki, Iraklı misafirlerimizin davranışlarındaki ağırbaşlılık, ilim ve olgunluk kendisini belli ediyor.
Bağdat'ta yaşıyorduk, ama aslen Tikrit'liyiz dediler. Tabii Tikrit deyince de Saddam gündeme geldi. İlginçtir ki, şimdi ülkelerinde yaşadıkları sıkıntılardan dolayı Saddam'ı arıyor ve rahmetle anıyorlar.
O muazzam medeniyet membaı şehirler şimdi ne haldeler. Öyle bir ülke düşünün ki, sabah evinden çıkan insanın sağ olarak evine dönme ihtimali yok denecek kadar risklerle dolu. Kim yaşamak ister ki böyle ülkelerde.
Bölge ülkelerinden özellikle Suriye ve Irak alev alev yanan bir ateş topu sanki. Ne zaman bizim devletimiz gibi iyi niyetli olanlar bu ateşi söndürmek istese, müfsit bozguncular bu ateşe odun atıp tekrar alevlendirmek için bütün unsurlarını devreye koyuyorlar.
Aslında her şeyin böyle bir karmaşaya sürüklenmesi, şüphesiz ki Osmanlı Devletimizin bölgedeki hakimiyetinin kaybolmasıyla başlamıştır. Bir tespihin tanelerini bir arada tutan, onlara öncülük eden imamenin kopması gibi.
Şimdi Osmanlıyı bölgenin bütün ülkeleri tekrar özlemle istemektedir. Durun canım hemen aynı tuzağa düşmeyin; "ama onlar da Osmanlıyı sırtından vurdular" demeyin. Batılılar hem onları bize karşı kışkırtmış, hem de bize gelip Araplar sizi hançerledi diye fitne ateşini hep körüklemişler. Olan olmuş, şimdi bizler ıslah edici olmalı, iyi şeyleri ikame etmeliyiz. Ayrıca, komşundan emniyet duyarsan sen de rahat uyursun ilkesini unutmamalıyız. Onların imtihanı ve hesabı ayrı, millet olarak bizim imtihanımız ayrıdır.
Ne güzel buyurmuş Rabbimiz: "Onlar bir ümmettir ki, gelip geçmişlerdir. Onların kazandıkları kendilerinedir, sizin kazandığınız şeyler de size aittir. Ve siz onların yapmış oldukları amellerden mes'ul olmayacaksınızdır." (Bakara-134)
İspanya'da helal gıda ararken bulup tanıştığımız döner lokantası çalıştıran Hataylı Sıtkı ağabey şöyle ilginç bir hadise anlatmıştı. Elinde bira şişesiyle gelip parasız döner isteyen bir Faslı'ya "sen ne biçim müslümansın, elindeki içki şişesine para veriyor sonra da bizden yiyecek dileniyorsun" dediğinde, Faslı'nın "o benim suçum ve imtihanım, bir müslüman olarak sadaka vermen de senin vazifen" deyince nasıl donup kaldığını ve kendisine döner verdiğini...
İhanet ve benzeri suçlamalar yapılabilir belki ama o davranış onların vebali, bizim imtihanımız da ülkemize ve milletimizin hamiyyetine sığınmış bu insanlara kucak açmak, yardımcı olmak, Allahın kendilerine verdiği imtihan ve musibetleri hafifletmede ensar inancıyla yardımcı olmaktır.