Batının topyekün halde milletimizin birlik beraberliğine saldırdığı, devletimize her bakımdan zarar verirken, dünya dengelerini ve insanlık değerlerini tanımadığı hepimizin malumu. İşte böyle bir hengamede büyük mütefekkirimiz Cemil Meriç’in fikirlerini hatırlamanın, eserlerini yeniden okumanın tam zamanıydı. Bu noktada geçen yılki güzel ve faydalı bir etkinlik geldi hatırıma: Konya Büyükşehir Belediyesi’nin geleneksel hale getirdiği Cumartesi söyleşilerinin konuğu eğitimci yazar Muhammet Acıyan Bey’di, konu da güzel bir tevafukla büyük mütefekkir Cemil Meriç’ti.
‘ Tüm kitapların ortak amacı Kuran’ı anlamak, kitap okuma isteği ve düşkünlüğümüzün de temel sebebi budur. Bu, Müslümanca düşünmenin gereğidir’ diyerek sözlerine başlayan Muhammed Acıyan, Osmanlı’nın çalkantılı dönemlerinde yaşadıklarından sürekli göç etmek zorunda kalan bir ailenin mensubu olan Cemil Meriç için : ‘ Değişim ve dönüşüm adamıdır ’ yargısında bulunduktan sonra, çocukluğu ve yetişme dönemleriyle ilgili de şu bilgileri verdi: ‘Ailede okuma alışkanlığı ileri düzeyde: Süryani, Rum, Keldani gibi çocukların olduğu bir ortamda yetişir. Hem şiir, hem nesir yazan, hem de deliler gibi okuyan bir dâhidir, Meriç, ta o yıllardan itibaren. 1500 civarındaki şiiri basılmamıştır Meriç’in, bu şiirleri kızı Ümit Meriç’tedir. Emre Kongar’ın babası İhsan Kongar, Refik Halit Karay lisede hocalarıdır, Cemil Meriç’in. Yazılarını gösterdiği Nazım Hikmet, Meriç’le ilgilenmez hatta onu küçümser. ‘Necip Fazıl ve Yahya Kemal’den sonra şair, Balzac’tan sonra romancı olamazdım artık’ diyen Cemil Meriç, kendini okumaya verir. Görme yeteneğini tamamen kaybetmeyi hazmedemez, Hasan Ali Yücel’in himayesinde tek başına Fransa’ya tedaviye gitmesi dönüm noktalarından biridir onun için: Türk ve Müslüman olduğu için kendisiyle hiç ilgilenilmediği gibi sürekli küçümsenir, hakaret edilir. Batının irfan eksikliğinden sık sık dem vuran bu büyük düşünce adamının eserleri, günümüzde Batı’nın neden böylesine ilkesiz ve acımasız olduğunun da cevabı adeta, yani Cemil Meriç’in eserlerini okumanın her daim tam zamanı. Tanzimat’tan sonraki Türk aydınını aldanan ve aldatan müstağripler olarak nitelendirir, onları batıyı taklit etmekten başka bir şey yapmayan batı uşakları şeklinde eleştirir Cemil Meriç.
Sabri Esat Siyavuşgil’in önayak olmasıyla bir dönem üniversite hocalığı da yapar, Berke Vardar ve Ahmet Kabaklı da öğrencilerinden bazılarıdır. Gençlerin ilme ilgisizliğinden, akademik ortamın yapaylığı ve tembelliğinden bu meşgalesi kısa sürer.
Cemil Meriç için Konya’nın çok önemli bir yeri vardır, hayatının dönüm noktası olacak bir tren yolculuğu yapar bu kadim şehre doğru. Trende tanıştığı Adana Yüreğirli, Konya İslam Enstitüsünde okuyan Necmettin Erişen adlı heyecanlı genç Meriç’e Türk aydınının hep batıyla ilgilendiğini, kendi milletlerinin kültüründen uzak kaldıkları şeklinde özetlenebilecek sitemkar bir konuşma yapar. Saatlerce süren bu sohbetten çok etkilenen ve o günden sonra Türk milletinin kültürüne kendini adayan Hüseyin Cemil Meriç; ‘ Bu kitabı yazmak için dünyaya geldim’ dediği ‘Bu Ülke’yi kaleme alır ve hatta ‘ Ben yolumu 44 yaşımda buldum’ da der. Dönüşümüne en güzel örnek, 20 sayfasını okuduğu Makyavel’in bir eserini çevirmekten vazgeçmesidir, çünkü bize vereceği hiçbir şey yok düşüncesindedir. Söyleşide, Cemil Meriç’in kızı Ümit Meriç’le Necmettin Erişen’i tanıştıran emekli öğretmen Nihat Kahraman’ın da anılarını anlatması, biz dinleyenlere hoş bir sürpriz olmuştu. Ayrıca eşi Fevziye hanımın babası Konya’da hakimlik ve Konya Lisesi’nde öğretmenlik yapmıştır.
İlk eseri Hint Edebiyatı yayınlandıktan sonra sağcı, ikinci eseri Saint Simon’dan sonra solcu olarak yaftalanan Meriç’in marksizmi de teoriden öte değildir, çünkü tek bir işçinin dahi elini sıkmamış bir aydının kendi fildişi kulesinden marksizmi okuması ve yazması, insanları bilgilendirmesinden ibarettir. Sosyalizme ilgi duyduğu yılları da boşluk dönemim diye niteler büyük mütefekkir. Önemli olan da aydının etiketi değil, fikirleri ve insanlara kazandırdıkları değil midir?