BURASI MUŞ’TUR

Prof. Dr. Fikret Akınerdem

Geçen günlerde tarımsal bir çalışma yapmak üzere Muş, Bitlis ve Van şehirlerini ve çevresini içine alan bölgeye bir ziyaret yapmıştım. Bu ziyaretim öncesi Van’a en son 20, Muş ve Bitlis’e 30 yıl önce tekrarlanmıştı. Bu yüzden de değişimi yerinde görmek üzere bölgeye tekrar gidiyordum.

İlk ziyaretimiz Muş’a oldu. 30 yıl evvel Muş ziyaretime Ankara-Diyarbakır uçuşu ile başlamış, ardından otobüsle Tatvan’a oradan da Muş’a araç değiştirerek geçmiştim. O zaman da Ankara’da Şeker Enstitüsünde görevli idim ve Muş Şeker Fabrikası ziyaretim böyle maceralı olmuş neredeyse sadece Diyarbakır-Muş hattını 12 saatte geçmiştim. Bu sefer tek uçuşla Muş’a iniyordum.

30 sene evvel ki Muş ile bugünkü Muş arasında çok bir fark görmedim desem yeridir. Elbette yollar genişlemiş, yeni ve yüksek binalar yapılmış. Ama şehircilikle ilgili fazla bir gelişme var diyemem. 

Muş’un, ilk ne zaman kurulduğu ve adının kaynağı kesin olarak bilinmemektedir. Muş adı, Asurlulardan kaçarak Muş yöresine gelen İbrani kabilelerinden biri tarafından verilmiştir. Bu adın, İbrani’ce “sulak, verimli ve otlak” anlamına gelen “Muşa” kelimesinden geldiği ileri sürülmektedir. Muş’un, geçmişten günümüze yemyeşil ve sulak bir ovaya sahip olması, bu rivayetin tümüyle asılsız olmadığını, nispeten belirli bir gerçeğe dayandığını gösterir.

Muş’un ilk çağ tarihi Urartularla başlasa da Urartularla ilgili bilgiler yeterince açık değildir. 1071 Malazgirt Zaferine kadar Bizans hâkimiyetindedir. Asırlarca Selçuklu ve Akkoyunlular gibi Anadolu Beyliklerinin yönetiminde kalan Muş, 1514 Çaldıran savaşından sonra Osmanlı hâkimiyetine girmiştir.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında bir süre Rus işgali altında kalan Muş ve çevresi, Mayıs 1917’de kesin olarak Türklerin eline geçmiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra, 1924 yılında il olmuştur. O gün bu gündür Muş Doğu d önemli ve stratejik konuma sahip bir yöredir.

Bir Muş Türküsü şöyle der;

Açıldı laleler güller, Uzar gider Muş Ovası,
Güzeller kol kola vermiş, Akıp gider Muş Ovası.

Karası akar boyunca, Murat suyu gider ince
Dolaşır gider boyunca, Şen olasın Muş Ovası.

Bu türküler hayat veriyor Muş’a ve ovasına. Hatırlatır aşklarını, sularını, ovasını; insanına. Bağlar vatanına, yurduna, toprağına onu. Varlıkta, yoklukta, açlıkta toklukta; arar atasını, dostunu. Anadolu insanı böyledir, cefalıdır ama vefalıdır da.

Muş Ovası böyle bir yerdir işte. Uçsuz bucaksız ovada toprak var, su var, insan var, üretim var. Yörenin en büyük tesisi Muş Şeker Fabrikası’dır. Alparslan Tarım İşletmesi de öyle sayılır. Kiraya verilmiş özel sektöre ama işletmede yeni bir anlayışla üretim yapılmaktadır. Yöreye yeni teknoloji ve ekonomik üretim modellemeleri gelmiştir. Şimdiden toprak işlemesiz (direk ekimle) üretim yapılmakta bu sistemin yöreye yerleştirilmesine çalışılmaktadır. TİGEM Kökenli işletme müdürü Müfil Bey işini ve insanını seven bir meslektaşım örnek çalışmalar yapıyor ve Türkiye’nin en büyük Aspir bitkisi üreticisi durumunda.

Çiftliğin etrafındaki ovada ot bol, hayvanlar serbest yayılımda. Genç çobanlardan ikisine rastlıyoruz. Önce çekiniyor, resim çekmeye zor ikna ediyorum, benim 50 sene önceki halim. Sıcaklığımız ve sevgimizi kabul ediyor, eğitimsiz 12-13 yaşlarındalar, mutlu görünüyorlar.

Şehir bir başka; bir bölümü halen bir Anadolu kasabası görünümünde, bir bölümü ise sanki kopuk bir modern şehir havasında. Muhteşem Ulu ve Alâeddin Camileri, seyirlik Muş Kalesi şehri tepeden kuşatmaktadır. Bu haliyle Muş’a tepeden bakmak bir ana gibi iki yana kollarını açmış ovayı kucaklıyor. Muş kalesinden şehre ve verimli ovaya bakıyoruz. Bu arada dışarıdan gelen öğrencilerimize rastlıyoruz. Onlar da Muş’u çok sevmişler. Özleyeceklerini ifade ettiler.

Camilerden birinde bir taziye merasimine rastlıyoruz. Cenaze sahipleri cami de taziyeyi kabul ediyor, ziyaretçi acısını paylaşıyor ve ikramlar yapılıyor. Ne güzel bir gelenek. Eski Belediye başkanlarından birini dostlarıyla selamlaşırken rastlıyoruz. Tanıştırıyorlar, Son derecede hürmetli, ancak dolu ve derli.  

Muş şehrini şöyle bir gezdik. En tepelerdeki eski ama sıcak binaları yeni binalar yutmaya başlamış bile. Kışı uzun sürse de erken gelen ilkbahar ovayı insanı gibi yeşertmiş ve selamlıyor insanı. Şehir tutunda Muşluların sıcak ve saygılı tavırları ile karşılandık. Her selam verdiğimiz insanı bizi çaya veya yemeğe davet etti. En önemlisi de terörün biteceğine inanmış, ekonomik canlılığa umutlandırmış Muşluyu.

Hâla devam eden eski usul pazarlarına, dükkânlarına, aşevlerine, eski yün pazarını geziyoruz. Halen dal dal yıkanmış koyun-keçi yünleri satılıyor. El yapımı soba ve semaverler halen revaçta. Öğlen yemeğini el yapımı şişler ile yapıyor, semaverden kaliteli suyu ile çay içiyoruz.  

Akşam için tarihi Murat köprüsüne gittik, resimlerde gördüğümden daha da ihtişamlı. Yöre insanı gibi dimdik ayakta, kucak açıyor gelenlere. Murat Suyu’nun azgın sularını ayaklarında taşıyor. Gayet güzel düzenlenmiş çevresi ve tepede yapılan tesisler önemli bir dinlenme ve eğlence merkezi durumunda. Nişanı, düğünü, mezuniyeti, ziyareti olan buraya koşuyor.

Tertemiz yayla havasına sahip Muş’ta bir gece kaldık. 1400 rakımlı merkezde bol oksijen ve sessizlik rahat bir uyku veriyor. Müthiş lezzetli etleri, peyniri, yoğurdu ile tadı damağımızda kaldı Muş’un. Güzel bir kahvaltıdan sonra Bitlis’e doğru yol alıyoruz. 

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.