Türk ve İslam Dünyasının en önemli zaferlerinden olan Çanakkale Zaferi’nin 106. Yıl dönümüne girmiş bulunmaktayız.
Çanakkale Zaferi büyük bir zafer olmanın yanında çok üzücü ve düşündürücü sonuçları da içermektedir.
Ben tarihçi değilim; ancak, bu üzücü ve düşündürücü sonuçlar bu milletin bir evladı olarak beni de herkes kadar ilgilendirmektedir.
Çanakkale Savaşını önemli kılan başta İngiltere olmak üzere Fransa ve İtalya’nın yer aldığı İtilaf Devletlerinin Osmanlı İmparatorluğunun merkezi İstanbul’u işgal etmesinin önüne geçmektir.
Destansı bir mücadeleyle düşmanı Çanakkale Boğazından geçirmedik geçirmemesine de bu mücadelede 300 bin insanımızı şehit verdik.
Onlar şehit olarak Peygamberler makamı olan Makam-ı Mahmud’a kavuştular ama millet olarak biz beyinlerimizi kaybettik!
Bir İngiliz komutanı veya devlet adamı, “İtilaf devletleri olarak Çanakkale Boğazını geçemedik; ancak, Türklerin beyinlerini yok ettik” diyerek bu acı gerçeği dile getirmiştir.
II. Abdülhamid Han’ın 33 yılda emek verip yetiştirdiği ülkenin geleceği için hayati derecede öneme sahip gençlerimizi kaybettik.
Büyük Zaferin övgüsü düşünmemize engel olmayıp her ne olursa olsun sorgulama cesaretimizi kırmamalıdır.
Yüz yıl geçse de bu sorgulamalar ülkemiz insanının geleceği için hayati derecede gerekli ve önemlidir.
Çünkü, bugün çevremizde yaşanan emperyalist saldırıları bertaraf edebilmek için Çanakkale Savaşı ve sonrası gelişmeleri sorgulamamızın gerekliliğine inanıyorum.
Çanakkale Boğazını geçemeyen İtilaf devletleri 13 Kasım 1918 tarihinde Osmanlı İmparatorluğunun yönetim merkezi İstanbul’u işgal ettiler ve 6 Ekim 1923 tarihine kadar 5 yıl kaldılar.
Birçok insan gibi ben de hep kendi kendime sordum:
Çanakkale geçildi mi geçilmedi mi?
Elbette ki tarihi olayları değerlendirirken birçok etkeni de göz önünde bulundurmak gerekir. 1915’te geçilmesinin sonuçları ile 1918’de geçilmesinin sonuçları aynı olmayabilir.
Neyse, sonuç olarak iki yıl sonra Çanakkale geçilmiş İstanbul’a girilmiştir. Başta İngilizler olmak üzere İtilaf güçlerinin İstanbul’da yaptıkları zulümlerin, öldürmelerin, namussuzlukların hattı hesabı yoktur.
Öyleyse, ülkemizin geleceğine yön verecek olan yüzbinlerce genç fidanlar, beyinler neden yok olup gittiler?
Diyeceksiniz ki, bu durumu bugün sorgulamanın ne faydası var?
Esas üzerinde durulması ve sorgulanması gereken zaman bu zaman!
Geçmişten ne kadar ders alınırsa geçmiş o kadar kıymetlidir. Ders almadan kuru kuruya övünme ve böbürlenmenin boş şişinmeden başka bir faydası yoktur.
İstanbul işgal altındayken işgal kuvvetlerinin ülkemizden çıkarılması için herhangi bir hareketi göremiyoruz.
Buna karşın cumhuriyetin ilanından 23 gün önce 6 Ekim 1923 tarihinde işgalci güçler İstanbul’u terk ediyorlar.
Hangi kazanımları elde ettiler de İstanbul gibi Osmanlı’nın kalbi bir şehri bir kurşun atmadan bırakıp gittiler!
Bu benim değil, tarihçilerin işi ama bu terk edip gitmenin Lozan ile bir alakası var mı bilmiyorum. Bu sorunun cevabını tarihçiler versin biz bugüne dönelim.
Bugün övündüğümüz, övünmekten şişindiğimiz “Çanakkale Ruhu” nerede?
Çanakkale Zaferi’nin kazanılmasında milletimize güç veren “İMAN” nerede?
Dünya üzerinde hiçbir coğrafyada bu kadar şehidin bir arada bulunduğu yer olmayan Gelibolu Yarımadası ne durumda?
Şehitlerimizin ruhunu incitiyor muyuz?
Müsaade edin şu kadarını da söyleyeyim: Müslüman bir ülkede içki, zina, riba ve daha birçok Allah’ımızın yasakladığı fiiller aleni işleniyor.
Televizyonlarımızda yayınlanan dizi ve diğer programlar her türlü gayri ahlakı yaşamı teşvik ediyor ve bunun etkilerini başta gençlerimiz olmak üzere toplumun tüm katmanlarında görebiliyoruz.
Kültürümüz, inancımız emperyalist kuşatma altında olup kendi medeniyetine yabancı nesillerin yetişmesine engel olamıyoruz.