Bugün baktığımız pencerede gördüklerimiz, içinde bulunduğumuz günlerde dünyanın pek çok noktasında, Arakan’da, Doğu Türkistan’da, Kerkük’te ve yoğun olarak Filistin’de ya da burada ismini zikretmediğim dünyanın her neresinde bir Müslüman yaşıyorsa işte tam da orada yaşananlara dairdir.
Hepimizin malumudur ki, dünyanın pek çok bölgesinde Müslümanlar, Müslüman olmayanlar tarafından yapılan baskı, zulüm, işkence vs. gibi sebeplerle acı çekmekte, yaralanmakta, hatta ölmekte, öldürülmektedir. Müslümanların yaşadıkları sıkıntıları ya da daha da ileri bir şekilde çektikleri eziyetleri, uğradıkları saldırıları ve yaşanan katliamları ancak ve ancak bize intikal ettirildiği şekliyle veya bilmemiz istendiği kadarıyla bildiğimizden şüphe bulunmuyor. Zira pek çoğumuzun algısı dünyanın pek çok bölgesinde yaşanan zulümlerin ayniyle bize yansıtılmadığı noktasındadır. Yani insanların bir bölümü, Müslümanların yaşadığı bölgelerde yaşananların kamuoyuna doğru yansıtılmasının, başta bunu yaşatanlar tarafından bizzat engellendiği veya medyanın bu noktada zafiyet gösterdiğini de düşünmektedir. Hatta insanlarımız, kimi zaman güzide ülkemizin medya kuruluşlarının da Müslümanların farklı coğrafyalarda yaşadıkları eziyetleri, eşit oranda ve aynı hassasiyetle ele almadığını ve her coğrafyaya yeterli hassasiyeti göstermediğini de ifade etmektedir. Ancak durum medyada nasıl ele alınırsa alınsın, nerede bir Müslüman’ın burnu kanıyorsa, bu durum Müslümanlar için mutlak surette ilgi ve alaka gösterilmesi gereken bir mesele halindedir. Burada toplumsal reflekslerin veya vatandaşı bulunduğumuz devletin idarecilerinin göstereceği tepki ve hareketlerden bahsetmiyorum. Şu anda ele aldığımız konunun mahiyeti sade bir Müslüman olarak, Müslümanların yaşadıkları zulümler karşısında hissettiğimiz duygu ve düşüncelerin ne olduğudur. Ben sosyal medyada listemde bulunan insanların paylaşımlarından yola çıkarak önemli bir kesimin bu olaylar karşısında “Çaresizlik Sendromu” yaşadığını düşünmekteyim. Yani televizyonda, Kerkük’te veya Filistin’de öldürülen çocukların görüntüleri karşısında, derin bir acı ve nefret duygusu içerisinde, iftar açmakta, sahur yapmakta olan insanlarımız, biraz sonra paylaşacakları durum güncellemelerinde kardeşleri için dua etmekte, zalimlere beddualar yağdırmakta, intikam söylemleri veya yeminlerinde bulunmakta, sürekli arkadaşlarını ve toplumu boykota çağırmaktadır. Belki bu kişilerin bir kısmı bu reflekslerini, akşam, sabah veya teravih namazlarından sonra yüce Yaradan’a açtıkları ellerde de dile getirmektedir. Ancak sosyal medyada bahsettiğim ölçekte gösterilen bu refleksler, yine sosyal medyada bunların dışında kalan bir kesim tarafından sürekli eleştirilmekte, klavye Müslümanlığı, klavye cihatçıları diye hafife alınmaktadır. Aslında bana göre her iki refleks de Çaresizlik Sendromunun haklı yansımalarıdır. Sosyal medyada paylaşım yapan insanlarımız gözlerinin önünde yaşanan vahşet ve katliamlar karşısında yaşadıkları acı ve nefretlerini bir şekilde paylaşmak ve kendi dışındaki insanların da aynı şeyleri hissettiğini görmek ve bunun toplumsal bir refleks halinde bütün Müslümanlarca paylaşıldığı hissederek Müslüman kardeşleri ile özdeşleşmek gayesindedir. Bu nedenle bence Sosyal medya kullanıcılarının durum güncellemelerinde ortaya koydukları bu refleksler mazur görülmeli ve küçümsenmemelidir. İnsanlarımızın önemli bir kısmı yaşadıkları hissiyatın adını koymamış ve hatta bunun üzerine düşünmemiş olsalar da son zamanlarda yaşanan olaylar karşısında Çaresizlik Sendromunun yaşamaktadır. Ancak bilinmelidir ki Müslümanlar asla ve asla çaresiz değildir.
Üstelik mutlak surette fiili olarak harekete geçmek gerektiği ortada ise de, insanlarımızın gözleri önünde yaşanan vahşet karşısında, ulusal veya uluslararası örgütleri harekete geçirmek maksadıyla sokağa inenler, eylem yapanlar kadar, Müslüman kardeşleri için dua ve zalimler için beddua eden ve bunu sadece klavye de değil seccadede dile getiren insanlarımızın bu tür refleksleri de hafife alınmamalıdır. Zira dua müminin miracıdır.