Geçen yazımda ele aldığım Cemaatler ile ilgili olarak “muhafazakâr insan için en zor konulardan biri de İslami cemaatler hakkında yazmaktır, sebebi yanlış anlaşılma korkusu ve cemaat baskısıdır” demiştim. Son günlerde cemaat ifadesinden akla FETÖ geldiğinden, FETÖ’ye endeksli “İslami cemaat anlayışına” dayalı hüküm vererek diğer cemaatlere haksızlık yapılmamalıdır.
Günümüzde “bazı İslami ya da İslam’ı hizmet noktalarına esas aldığını söyleyen cemaatlerin FETÖ kadar olmasa da, yapılanmalarının, sivil veya resmi hayata hazırladıklarının FETÖ’den çok farklı olmadığını” ifade ederek esas konumuz olan İslami cemaatlerin hizmetlerine değil daha çok yapılanmalarına genel bir değerlendirme yapmaktır.
Cemaatler daha çok vakıf, kısmen de dernekler aracılığı ile yapılanırlar. Vakıf anlayışı aslında İslami gelenekten gelir ve aslı infaktır. Batı’da vakıf uygulaması faundation olarak daha çok kiliseler aracılığı ile sunulur ve aynı zamanda misyonerlik için araçtır.
Osmanlının halkın nasıl yaşadığı ve nasıl yaşaması gerektiği hususundaki düzenlemede ilgisi olmamış, Devletin veremediği alanlarda pek çok hizmeti, başta eğitimi cemaatler yapmıştır. Ayrıca sokaklarda kuşları besleyen, hizmetçi azar işitmesin diye kırdığı tabağı tazmin eden vakıflar bile vardı. Amaçları ahlaklı, dinini bilen, dünyevi hayatını sürdürecek kadar ilim ve irfan bilgisine sahip insan yetiştirmekti. Osmanlı’da cemaatlerin siyasi hiçbir kaygısı olmadığı gibi devletle kavgası da yoktu.
Günümüz Müslümanlarına küresel güç odaklarınca biçilen kaftan “Müslüman dinini bir Hintli gibi bir lokma-bir hırka felsefesi ile yaşasın; köyde çiftçi, şehirde hizmetli, olsun, yüksel tahsil yapmasın; imalat hatası olanlar ise kendilerinin yaşantısına eşdeğer yaşamak zorunda kalsındı.
Bu tür baskılar azınlıklara, masonlara ve misyonerlere olmamıştır. Bunların bağlı olduğu cemaatler “saptırma ideolojilerini” topluma hâkim kılmada etkin olmuş, sosyal hayat ve ekonomiyi istediği gibi yönetmişlerdi. Bu bir haksızlıktı; vatan kan, can, mal, evlat verenler küstürülmüş hatta kıstırılmışlardı.
Uzun lafın kısası ülkem böyle bir sürece gelmişse bunda küresel güçlerin Türkiye üzerinde yazılan projelerin değişik zamanlarda ve zeminlerde hem de resmi otoritelerce uygulamasıyla olmuştur. Yaklaşık 150 yıldır süren baskılar Müslüman halkın kendisini yaşatmak için yeniden yapılandırma hamlelerine fırsat vermiş, ”bugünkü cemaat yanlışların çoğu da bu baskıların eseridir” diyebiliriz.
Bugünkü iktidar devlet-vatandaş bağını güçlendirmek üzere her kesimden eşitliğe inanan gruplarla sosyal barış projeleri geliştirmeye çalışmaktadır. Bu uygulama geleceğe yönelik sonuç getirecek olup devletin ne adına olursa olsun bir tek şeye tahammülü yoktur; “Ötekileştirme ve bölücülük”.
Bu anlayış İslami cemaatler için de geçerlidir ve cemaatlerin hizmet alanları şöyle sıralanabilir:
Devlet ile işbirliği çerçevesinde gönüllülük esasına dayanan sosyal projelerle tebaalarına dayalı hizmet, barınma ve aşevleri, ayni ve nakdi yardım sandıkları kurabilirler. Bunun iyi örnekleri vardır.
Cemaat bütçesiyle ticaret; üretim, pazar ağ yapılmamalı, hizmetler infak uygulamasıyla yürütülmeli. İş, eş, aş: kocabaş; pembe panter ve melekleri gibi dinimizin ret ettiği uygulamalar takibe alınmalıdır.
Mürit kazanmak için değişik seviyelerde eğitim kurumlarına müsaade edilmemeli; ancak bağlıları için denetime açık kuran kursları, kreş, gibi ahlaka dayalı irşat hizmetleri yürütmelidir.
İslam akidesine yakışmayan “benim şeyhim-senin şeyhin” kıyaslamasından vazgeçmeli, devlet de hizmetlerin yürütülmesine yönelik eleman seçiminde devlete bağlılık ve eşitlik ilkesini esas almalıdır.
Sağlığa, devlete, huzura; 80 milyonla 800 milyonun umudu bir Türkiye için “dua” ile kalın sağlıcakla.