“Eğer cennetin bekçisi görse,
Beyşehir Gölü’nü cennetten ayırt edemezdi”.
İbn Bibi
Bilindiği gibi geçtiğimiz haftalarda Beyşehir Belediyesi Türk Patent Enstitüsü'ne başvurarak, Tarihi kaynaklarda Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad’a atfedilen ve Beyşehir’in güzelliklerine ve Beyşehir Gölü’ne hayranlığını dile getirdiği, “Cennet ya burasıdır, ya da buranın altındadır.” Sözünün marka tescili aldı. Acaba, dönemin kaynaklarına göre cennet olarak tarif edilen yer nasıl bir yerdi. İsterseniz bu konuda dönemin en önemli kaynağı olan İbn Bibi’ye bir göz atalım.
İbn Bîbî ya da tam adıyla Nâsırüddîn Hüseyn bin Muhammed bin Alî el-Ca'ferî er-Rugadî el-Münşî, XIII. yüzyıl boyunca Anadolu Selçuklu Devleti’nin tarihi birincil kaynak yazarıdır. Beyşehir Gölü’nün kıyısında bulunan Kubâdâbad Sarayı’nın kurulması İbn Bibi tarafından ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır. İbn-i Bibi’nin bildirdiğine göre
“Sultan, soylu atının sırtında Kayseri’den Süleyman gibi mutlu ve neşeli menzilleri aşıp, başkenti (Dârü’l-mülk) geçince Ağırnas’a vardı. Karşısına öyle bir yer çıktı ki, eğer cennetin bekçisi görse, orayı cennetten ayırt edemez, oradaki meyve ağaçlarını alıp aşılamak için cennet bahçesine götürürdü.
Cennet gibi güzel bir dağ eteği, yoksa gök oranın toprağına amber mi saçmış?
Yeri yeşillikten firuze rengini almış. Laleden üzeri sanki kan lekelerine dönmüş.
Nesrinden, yasemenden ve nesterenden meydana gelen güzel bir çemen değil, sanki gökyüzü.
Her köşesinden gülsuyu akan bir çeşme, Oradan akan sanki su değil parlak bir kristal.
Hava misk kokulu, yer güzelliklerle dolu. İçinde her cins av hayvanı dolaşmakta.
Süt gibi tatlı, sulu, yeşil renkli bir gölü var. Üzeri kadifenin kıvrımları gibi dalgalarla dolu.
Oranın üzerinde 20 ada saydım. Hepsi meyve ve ağaçlarla dolu.
Göl tarafından bir çeşme akmaktadır. Ondan içen yaşlılar gençleşmektedir.
Oradan buz gibi soğuk ve şarap gibi lezzetli bir su akmakta. Kaynağı yeni yetme birinin yanağı gibi”
Sultan, orda o sırada Emir-i Şikâr ve Mimar olan Sadettin Köpek’e güzellikte cennete benzeyecek, nezaket ve çekicilikte Seder ve Havarnak’ı (Sasani hükümdarı Yezdegird’in oğlu Behram Gur’un oturması için Fırat Sahilindeki Hira’da yapılan Kasr) geride bırakacak bir saray (İmaret) yapılmasını buyururken, parlak zekâsıyla binanın planını da çizerek onun üzerinde açıklamalar yaptı. Her taraftaki eyvanında Zöhre yıldızına gazel söyletecek, Keyvan’a çatısında kaşık oynatacak bir saray resmetti. Onun üzerine Sadedin Köpek, güzel görüntü yerleri, iç açıcı havuzları bulunan, kemerinin kavsi yüksek göğün çatısıyla yarışan, renkli ve kafesli duvarlarının güzelliği, kıskançlıktan gök kuşağının rengini dolduran, firuze ve lacivert renklerindeki döşemeleri, mavi göğün bekçisini hasetlikten renkten renge sokan, ayların ve günlerin rüzgârlarının, mavi ve yeşil arsalarının üzerinde dinlenmek için durduğu, alanında ve cennet bahçesine benzeyen arsasında gezinenlerin bitmeyen bir uzun ömre sahip oldukları yedinci gök kasırlarının ibadethanelerinde oturanların “in yekad” duası okuduğu, Bercis ile nahid yıldızlarının şerefelerine bakarak kıskançlık tozlarını yıkadığı, gönül alıcı, huzur verici.
“Öyle yüksek saraylar ki parlak güneş orayı görünce göğün etrafında dönmeyi keserdi
Her yerinde zülâl gibi çay akardı. Orayı vasfetmekten aklın dili lal olurdu.
Önünde cennet gibi bir bahçesi vardı ki, göz öyle bir yeri hiç görmemişti”
Şeklinde tasvir edilen, İffet sahiplerinin içlerinden daha süslü; kanaat sahrasından daha geniş ve daha çok eşyaya sahip olan köşkleri kısa zamanda padişahın emrine uygun olarak yaptı.
Kaynak: İbn Bibi, El-Evamirü’l- Ala’iye Fi’l Umur’il Alai’ye, Selçukname I, (Haz: Mürsel Öztürk) Ankara 1996, s.362-363.