Cidal

Akif Kuruçay

Safların belirginleştiği, sen, ben ve öteki arasındaki mesafenin epey açıldığı bir süreçten geçiyoruz. Park meselesi ile başlayan ve tapelerle müdahale edilmek istenen yerel seçim süreciyle derinleşen bu uçurum, insanların büyük bir iştahla birbirlerini etiketlediği, ötekiyle ilgili bir çok hüküm verdiği, ötekinin haklarını rafa kaldırdığı yahut kaldırıp çöpe attığı noktalara vardı. Çok değil, daha geçen sene bu zamanlar aynı dünya görüşünde olmadığımız insanlarla minumum nezaket kurallarını sürdürmekten fazlasını yapıyorduk. İslami gelenekten gelen birtakım otoriteler, eski devrimcilere abilik yapıyordu. Aynı dergilerde yazıp çiziyorlar, aynı masanın başında birlikte ortak işlere imza atıyorlardı. Memleket görüp görebileceğimiz en uygar zamanlardan geçiyor, solcular yirmi sekiz şubatın acısını duyuyorlar, İslamcılar davalarına sahip çıkma konusunda solculara saygı duyduklarını açıklıyorlardı. Sonra bir gün birden ne değişti ki insanları melek ve şeytan diye ikiye ayırmaya başladığımız bu güne ne hızla geldik.

Kızılderililere ait birbirine benzeyen iki atasözünden ilki şöyle der: “Birini düşman bellemeden önce, onun makosenleri ile iki ay dolaşmalısın.”

Diğeri; “Bir başkasının kabahati hakkında konuşmadan evvel, kendi makosenlerine bak.”

İlki düşmanını “anlamayı”, ikincisi “kendi kusurlarıyla meşgul olmayı” öneren bu iki atasözü, yüzyıllarca öncesinden zamanımıza, tecrübi bilginin barikasıdır. Bizim topraklarımızda yetişmiş diğer bir kavruk derili Neşet Ertaş ise; “Kendini bilen kişi bilmeyeni hor görmez, mazur görür.” dememiş miydi?

Geçen, yakın zamanda izlediğim Harper Lee'nin Pulitzer ödüllü romanı “Bülbülü öldürmek”ten uyarlanmış yine aynı adı taşıyan Oscarlı filmden aklımda en net kalan cümle de bu dediklerime çok benziyor: "Birini tanımanın en iyi yolu, kendini onun yerine koyup onun ayakkabılarıyla dolaşmaktır."

İbn Arabi'nin, peygamberlerin hikmetlerinden bahsettiği Hikem'inde Hz. Peygamberimiz için sarf edilen “O, insanların zalimliğinin cahilliğinden ötürü olduğunu bildiği için kavmi yok/helak edilmedi” manasına gelen bir cümleye rastlamıştım. Adaletsizliği hiç rahatsızlık hissetmeden kamu düzeninde meşrulaştırıp “cahillik eden bir topluluk” olduğumuz hâlde “kavmi helak edilmeyen bir peygamber”in ümmeti olduğumuz gerçeğinden ne anlamamız lazım gelir? Hakikati kendinden menkul bilenlerdeki şişkin özgüvenden mahrum olanlardan isek şüphesiz bu sözlerde bizim için sayısız hikmetler vardır.

İnsan soruyor, “Peygamber kim, biz kim. Biz peygamber miyiz ki onun kadar sabırlı, anlayışlı olalım” diyerek adalet, anlayış ve sulh yolunu nefsine zahmet sayanları gördükçe. Hadi nefsini ilahi sulhden tenzih ettin a adam, cidaline niçin cihat süsü verirsin?

Şu hadis Tirmizi’den: "Kim haksız olduğu bir münakaşayı terk ederse kendisine cennetin kenarında bir ev kurulur. Haklı olduğu bir münakaşayı terk edene de cennetin ortasında bir ev kurulur."

Son kertede ne diyorduk? Bize “anlayışı” getirecek mokasenler pahalı. Evet.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.