Uzun uzun zaman önce memleketin birinde şehre uzak, kasabaya uzak dağ başında bir köy varmış. Bu köyde ise huysuz, aksi, vara-yoğa kızan, bir bardak suda fırtınalar koparan öfkeli bir adam ve karısı yaşarmış. O öfkeli adam bir gece, hışımla açmış evinin kapısını, biri kundakta biri üç-dört yaşlarında iki çocuğu ile uyuyakalan karısını tekmeleyerek kaldırmış. Kalk demiş karnım aç, bana bir şeyler hazırla.
Kadın ağlayarak, bir şeyler hazırlamaya gitmiş. Sofrayı kurmuş, siniyi getirmiş. Adam siniye şöyle bir bakmış. Sonrada bana demiş şuncağız şey mi hazırladın. Siniyi kaldırıp karşı duvara fırlatmış.
Kundaktaki bebek başlamış ağlamaya. Adam al şu bebeni demiş, kadını kolundan tuttuğu gibi kapının önüne koymuş. 3-4 yaşındaki erkek çocuk ise korkudan ağlayamıyormuş.
Kadın köyün bir ucundaki yaşlı akrabalarından birinin kapısına varıncaya kadar, kaç tane akrabasının kapısını çaldıysa kapısını açan olmamış. En son o akraba gel kızım demiş, kadıncağız kucağında 3 aylık bir erkek çocuğuyla oraya sığınmış. Sabaha kadar kadın hem ağlamış, hem de durumunu anlatmış.
Yaşlı akraba sabah, at arabasını hazırlamış. Gün doğmadan yola koyulmuşlar. Akşama doğru, bir kasabaya gelmişler.
Yaşlı akraba, bir evin kapısını çalmış. Olan biteni ayaküstü kapıya çıkan kadına ve adama anlatmış. Sonra kadınla vedalaşıp, çekip gitmiş.
Kadın biz demiş size uzaktan akraba oluruz. Burada biraz kal bakalım. Allah ne gösterir.
Aradan bir ay kadar geçmiş. Akraba karı koca kendi aralarında bu böyle olmaz demişler. Akrabalıkta, misafirlikte bir yere kadar. El kadar bebe ile ne yapar bu kadın?
Sonunda oldukça fakir, fakirlik yüzünden hiç kimseyle evlenememiş bir adamla evlendirmişler kadını.
Kadıncağız, akrabalarının niyetlerini ve düşüncelerinin büyük bir çoğunluğunu zaten biliyormuş Hiç itiraz etmeden, o adamla evlenmiş.
Yoksulluktan, bakımsızlıktan, hem çok halsiz, hem çok hastaymış. Birkaç ay sonra, bilinmeyen bir illetten, hastalıktan dolayı bu dünyadan ayrılmış.
Adam ise daha yaşını bile doldurmamış bir çocukla kalakalmış. Kasaba küçük olunca, adamın hali çarçabuk duyulmuş. Kasabanın güngörmüş insanları, evladım demişler, ne düşünüyorsun?
Adam, bu sabi demiş bana Allah’ın bir emaneti bundan böyle. Akrabaları kabul etmezler. Benim bu çocuğa bakabilmem için bir daha evlenmem lazım. Bu çocuğa analık yapacak bir kadın lazım.
Kasabanın ileri gelenleri, karşı köylerden birine gitmişler, köy odasında durumu anlatmışlar. Köyün Ağası, bizim köyde demiş, anası- babası olmayan bir kızcağız var. Çağıralım onu. Anlatalım durumu.
Çağırmışlar kızı odaya…
Ağa, bak kızım demiş, kasabadan gelen büyüklerimiz derler ki, diyerek bütün mevzuyu olduğu gibi anlatmış. Sonunda o kızla, o çocuğa analık yapacak olan adam evlenmişler.
Kız, o çocuğu ilk kucağına aldığında, çocuk ona gülümsemeye başlamış. Elini ona doğru uzatmış. Kızın gözleri dolmuş birdenbire. Yavrum, kuzum diye bağrına basmış. Üzerine titremiş.
Sen de benim gibisin, seninle kaderlerimiz aynı bizim diyormuş. Senin de anan-baban yok, benimde. Olsun varsın, Rabbim bizi buluşturdu çok şükür.
Adam odunculuk yapıyormuş. Bir anda işleri artmış. Haneleri bereketlenmiş. Şenlenmiş. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra kasabadan küçük bir ev almışlar. Evin yanında küçük te bir bahçesi varmış.
Bu arada kendi çocukları olmuyormuş. Şehirdeki, Payitahttaki Hekimlere, şifahanelere gitmişler.
Her nereye gittilerse, sizin çocuğunuz olmaz cevabını almışlar
Sonrada, bizim bir çocuğumuz zaten var demişler ve altı-yedi yaşına gelmiş olan ve birlikte büyüttükleri çocuğa vermişler bütün sevgilerini.
Adam karısına, biz demiş bu çocuğu okutalım. Ve okuması için ellerinden geleni yapmaya başlamışlar. Çocuk delikanlı olmaya başlayınca, baba dediği oduncuya yardımcı olurken, ana dediği kadının bir dediğini iki etmiyormuş.
Günün birinde, kasabada bir mahalleden geçerken, önüne bir kadın geçmiş. Biz demiş seninle akrabayız. O oduncuyla karısı senin gerçek anan-baban değiller. Senin anan buralı değil, çok uzak bir şehrin köyünden, akrabaların da o köyde, öz baban da, hatta birde ağabeyin varmış diye duyduk.
Delikanlı bunu duymuş duymasına da, kadın anlatırken, mahalleden de duyanlar olmuş. Delikanlı hiçbir şey dememiş. O akşama doğu eve gelinceye kadar, durumu anası ve babası diye bildiği insanlarda duymuşlar ve haberdar olmuşlar.
15 yaşlarında ya var, ya yok olan delikanlı üzülmeyin demiş. Benim anam da, babamda sizlersiniz. Ne o hiç görmediğim anamı sokağa atan adamı ararım, ne de bana ve rahmetli anama sahip çıkmayan akrabalarımı.
Aradan birkaç ay daha geçmiş. Adeta bir mucize olmuş. Kadın hamile kalmış.
Karı-koca sevinçlerinden ağlamışlar. Yarabbi demişler bu sabiye baktığımız için, bizi böyle sevindirdin ya, şükürler olsun sana…
Delikanlının önce bir kız kardeşi olmuş. Sonra ki yıllarda ise bir erkek ve bir kız kardeşi daha…
Artık kocaman bir aile olmuşlar.
Delikanlı Payitahtta okumuş. Vezirlerden biri onu himaye etmiş. Yanında her nereye gittiyse götürmüş. Sonunda ona itimadı ve güveni tam olunca, bir kaç göreve göndermiş. Bu görevlerde Sultanın dahi dikkatini çekmiş.
Ve bir gün Sultan onu huzuruna çağırmış. Vezirimle istişare eyledim, seni demiş falan şehre Vali Paşa olarak gönderiyorum. Allah muvaffak eylesin.
Yeni Vali Paşa, duyduğuna inanamamış, o şehir, öz babasının yaşadığı köyünde bağlı olduğu şehirmiş. Göreve başladıktan bir yıl kadar sonra, Payitahttan bir Muhafız başı tayin edilmiş şehre. Muhafız başı Vali Paşa’nın makamına geldiğinde, Paşam demiş, sizinle özel görüşebilir miyiz?
Paşa, herkesi dışarıya çıkarmış. Söyle Muhafız başı demiş nedir muradın?
Muhafız başı , Paşam demiş, biz seninle kardeşiz. Ben senin Ağabeyin olurum. Seni çok aradım. Lakin, kader bizi bu şehirde buluşturdu.
Bildiği ne varsa, saymış, dökmüş, anlatmış. O da kendince bayağı esaslı bir araştırma yapmış. Birçok savaşa girmiş, yararlıklar göstermiş, sonunda Muhafız başı olarak bu şehre gönderilmiş. İki kardeş sarılmışlar birbirlerine…
O tarihe kadar birbirlerini hiç görmemiş olan kardeşlerin kavuşmasıymış o kavuşma.
Vali Paşanın, Payitahtta bir sırdaşı varmış. Ne derdi varsa onunla paylaşırmış. Onu çağırmış şehre. Vali konağında uzun uzun dertleşmişler. Ne yapayım demiş Vali Paşa, bu adamı Allah hakkı için görmek dilemem. Muhafız başı olan Ağabeyim, beni görmek istediğini söyler. Benin anam-babam kimdir en iyi sen bilirsin. Karşıma alıp da ne sorayım ben bu adama, ne diyecek bana, ne cevap verecek! Sırdaşı, kalbinin sesini dinle demiş.
Vali Paşanın kendi akrabaları olduğunu duyanlar, Vali Paşamızı göreceğiz diye çıkıp gelmişler Vali Konağına…Vali Paşa sormuş, kimler ana tarafımdan, kimler baba tarafımdan akraba! Ailelerin yaşlıları biziz Vali Paşam demişler. Seninle tanışmaya geldik.
Vali Paşa, anamla bana sahip çıkmayan sizler miydiniz deyince, bilmiyorduk, babandan korkar idik demişler. Vali Paşa, behey insafsızlar, vicdansızlar demiş, hiç mi Allah’tan korkmadınız. Benim sizler gibi bir akrabam yok. Bir daha da bu kapıya geleni atarım zindana. Sizin aranızda tek bir akrabam var o da Muhafızbaşı. Ondan gayrısını ne bilirim, ne tanırım, ne de muhatap olarak alırım.
Aradan birkaç ay daha geçmiş, Muhafızbaşı, Paşam demiş, babam ölüm döşeğinde, seni bekler. Olmaz demiş Vali Paşa, ben öksüz ve yetim büyüdüm. Benim gerçek anam ve babam falanca kasaba da. Senden gayrı üçte kardeşim var. Onlara da bu şehirde bir ev aldım. Birkaç güne kadar hepsi buraya gelecekler. Sen var git, evlatlık vazifeni yap.
Muhafızbaşı köyüne vardığında, baban az önce öldü demişler, köyden cenazesine katılmak isteyen kimse yok. Çok can yaktı. Çok kalp kırdı. Muhafızbaşı, muhafızlarla babasını defnetmiş, köyün mezarlığına…
Şehir şehire, köy köye, kasaba kasabaya, insan insana, ana anaya, baba babaya, akraba akrabaya, Vali Paşa Vali Paşaya, Muhafızbaşı Muhafızbaşına, sırdaş sırdaşa benzer…
Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…