İçinde yaşadığımız toplumda genel kabul görmüş, toplum kuralları dediğimiz ne çok kural vardır. Peki, bunlara uymak ne kadar doğru ne kadar yanlış diye düşünceniz oldu mu? Doğru veya yanlış, herkes bu kurallar çerçevesinde hayatını şekillendirme derdinde. Davranışlarında ve yaşayış şeklinde bu kurallara bağımlı hisseder kendini ve ona göre davranır. Bu kurallara bağımlı kalmasının nedeni, insanların, kendi davranışı hakkında ne diyeceği ve yapacaklarından dolayı yargılanacağı korkusundandır.
Toplum öyle bir hale gelmiş ki, sanki toplum kuralları bir din gibi algılanmaya başlamış, yargılanamaz, sorgulanamaz hal almış. Çünkü çoğunluk yapıyor diye meşru, gayri meşru ne varsa kabul görmüş. Sonra da bu kabul görüş, kimsenin itiraz etmemesi gereken geleneksel emirler haline gelmiş. Çoğunluğun kabul gördüğü bu kurallar, çoğu zaman hayatı şekillendirirken, insanları yanlış yönlendirmekte ve bu kuralların doğruluğuna inandırmaktadır.
İnsanların belli bir kısmı, vicdanları onaylamasa bile çoğunluğun uymasıyla bu hayat tarzına uymak zorunda olduklarını da söylerler.
Yani kabullenmeseler bile çoğunluk yapıyor düşüncesiyle yaptıklarına mazeret uydurmalar vardır. İşte bu yüzden insanlar, toplumsal yaşamın kuralları diye uyduğunu düşünerek, bu kurallar çerçevesinin dışına çıkamaz. Oysa düşündüğümüz zaman, çoğunluk tarafından genel kabul görmüş kurallar, tartışılmaz değil ve her zaman da doğru değildir. Kime veya neye göre kabul görmüştür bu çoğunluğun yaptıkları? Genel kabul görmüş ve çoğunluğun uyduğu kurallar, inancınız ve insanlığınızla ne kadar aynı doğrultuda gidiyor? Öyle ki, çoğunluğun uyguladığı bu kuralların içerisinde, uydurulmuş dayatmaları ve güçlünün güçsüze uygulamaya çalıştığı yaptırımları da görebilirsiniz.
Maalesef çoğunluğa uymak adına ortaya konmuş kurallara uyup figüranlaştığımızı göz ardı ediyor ve başrol oyuncusu olduğumuzu ıskalıyoruz. Bu ıskalamayla da insanların kolaycılığı, kendine olan güven eksikliği ve “toplum ne der?” düşüncesi hâkim oluyor. Kimi zaman bu kurallar, vicdani duygularımızı yok saymaya kadar yönlendiriyor. Oysa yaradılış gayemiz olan okumak, idrak etmek ve akletmek gibi kuralları ortaya koyuyor. Unuttuğumuz bir şey daha var ki ne olursa olsun ne yaparsak yapalım ve nerede olursak olalım, sahip olduğumuz bir vicdani sorumluluğumuz var ve ona göre hareket etmemiz gerekiyor.
Öyle şartlanmışız ki, bir iş yapmaya veya söz söylemek için harekete geçmeden önce insanların ne diyeceğini düşünmeye başlıyor, toplum kurallarının ve çoğunluğun uyduklarının ne kadar içerisinde ya da ne kadar dışındayız diye düşünüyoruz. Söyleyecekleri sözlerin olumlu olacağını bilsek bile harekete geçemiyoruz. Aslında ne söyleyeceklerini değil, ahlak, inanç ve insanlık adına ne anlam ifade ettiğini anlayıp kendi iç âlemimizde vicdani muhakemesini yaparak hareket etsek, toplum kuralları bizi o kadar ilgilendirmeyecek. Çünkü hiçbiri tartışılmaz olan Allah kanunu değildir.
Toplum tarafından kural olarak bizlere dikte edilen öyle kurallar var ki, istesek de istemesek de “toplumla barışık olacağız, çünkü iç içe yaşıyoruz” diye belli ölçüde uygulamaya çalışırken, yaradılışımızın gayesi olan Allah’a olan kulluğumuzdan uzaklaştığımızın farkında olmuyoruz. Bir insanın çoğunluk bunu yapıyor düşüncesiyle hareket etmesi ve onların yaptığını yapması, kendisini bu sorumluluktan kurtarmaz. Cenab-ı Hakk bir ayeti Celile de bu çoğunluğa uymanın tehlikesini şöyle bildiriyor.
"Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar.Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler" (Enam Suresi, 116)
İşte bu sebepten dolayı, insanların yaşayış şekillerini, kabul görmüş çoğunluğa uymak yerine, Hakk’ın rızasını gözeterek, inancına zarar vermeyecek şekilde yaşamak için mücadele etmesi gerekir.
Yine bu genel kabul görmüş kurallarla çoğunluğa uymaya karşı Cenab-ı Hakk Maide suresi ayet 49 da,
"Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma, Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmamaları için onlardan sakın" buyuruyor.
Yani Allah; haksız olan genel kabul görmüş, çoğunluğun uyduğu kuralların insanları şaşırtacağından, yoldan saptıracağından bahsediyor.
İşte bu noktada beyinlere yerleşmiş olan“insanlar ne der” düşüncesinden uzaklaşmak, hakla batılı ayırt ederek, Hakk’ın rızasını gözeterek yaşamak ve davranış şekillerini düzene koymak gerekir. Maalesef aklımıza bu düşünceyi yerleştirmediğimiz için sonsuz gibi yaşadığımız dünyayı da mutsuz yaşıyoruz, gerçek anlamda sonsuz olan ahireti de kaybediyoruz.
Ne dersiniz, bugünden itibaren mutluluğu yakalamak için insanların ne diyeceğini bırakıp, “Allah ne der?” diye düşünerek kulluğumuzu yaşamaya başlasak daha iyi olmaz mı?