Hiç istemediğim ve sevmediğim bir yazı türünü yazmak zorunda olduğumu vurgularken, bu yazımı da zorunlu olarak kaleme aldığımı belirtmek istiyorum.
Değineceğim konu belki benim tarzımda, üslubumda insanlara yakışmayabilir ancak aşağıda ele alacağım konuya da es geçmek akıl dışılık olurdu. Biraz eskiye gidelim.
Talebelik yıllarında büyüklerimizden sıkça duyduğumuz sözler vardı. Bunlardan biri de “Soyadı Çölaşan ve Çölgeçen olanlara dikkat ediniz, onlar Osmanlıya ihanet ettiği için Fizan’a sürüldü ve sonrasında bu sürgünü unutmamak için Çölaşan ve Çölgeçen soyadlarını aldılar”, denirdi.
Uludağ sözlükte verilen bilgiye göre; Emin Çölaşan’ın askeri veteriner olan Dedesi Yüzbaşı Emin Bey görev yeri olan Halep'te, İttihat ve Terakki örgütlenmesine ön ayak olduğu için Sultan İkinci Abdülhamid Han tarafından Fizan (Libya) ya sürgüne gönderilir. Çöllerde geçen zorlu sürgün hayatı sonunda cumhuriyet kurulup soyadı kanunu çıkınca da aile "Çölaşan" soyadını alır.
Annesinin babası hukukçu Refik Şevket incedir. Bu zat Balkan Harbinde, tren kazasında bir kolu sakat kalır. 1920 yılında ilk Meclis'te Saruhan (Manisa) milletvekili olur. 1921 yılında Atatürk'ün Adalet Bakanı, İstiklal Mahkemeleri'nin kurucusu ve Kastamonu istiklal Mahkemesi üyesidir. Refik Bey sonraki yıllarda da milletvekilliği yapar. 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti'nin kurucularından, İlk Menderes hükümetinde Milli Savunma Bakanıdır.
1913-1993 yılları arasında yaşayan Babası Prof. Ümran Emin Çölaşan (doktorasız olduğu için atama profesördür), 1960-1974 arasında 14 yıl Meteoroloji Genel Müdürü olarak görev yapmıştır (Benim de fakültede Meteoroloji dersi aldığım hocam). 1974 yılında MSP-CHP Koalisyonu döneminde görevinden zorla el çektirilir. Görevden alınmamak için “bakınız masamda Kuran-ı Kerim var, ben de dindarım” diyerek direndiği meşhurdur.
Emin Çölaşan’ın ziraat yüksek mühendisi olan kardeşi Ahmet’i çok iyi tanırım. Değişik dönemlerde Tarım Bakanlığı’nda epeyce ihale almıştır. Hakkını yemeyelim, efendi bir arkadaş. Durup dururken neden bunları yazdım, izah edeyim. Hele Konyalı Başbakanımız söz konusu olunca dayanamadım.
Emin Çölaşan’ı zaman zaman takip ederim. Takip etmemin esas nedeni, gazetecilik kültürünü yansıtması değil de, okunan bir gazeteci olarak, “neler yazıyor da bu kadar okunma yakalıyor” diye merakıma mucip olmasından kaynaklanıyor.
Aslında bu şahsı takip edenler, bir ördeğin, kazın badi-badi yürüyüşünü ya da yalpalayarak yüzüşünü takip etseler daha iyi olur. Hiç değilse bunlardan bir anlam çıkarıp, kadeh kaldırıp buzlu viskilerini yudumlama romantizmi yakalarlar mı desem, bilmem ki?
Birçok şeyin zengini ve fakiri olunur. Allah kimseyi iman, akıl-mantık fukarası yapmasın. Madde fakiri olmak, akıl-mantık-muhakeme fukarası olmaktan iyidir. Hele böyle olanlar toplumu yönlendirmeye, akıl vermeye kalkarsa bu daha da felaket olur.
Adamın hiçbir dayanağı yok. Habire eski Başbakanımıza hakaret ve küfür dolu mektuplar yazar, bunu da hayranlarına okuturdu. Şimdilerde kafayı Başbakanımız Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’na taktı.
Başlık şöyle “Sadrazam Ahmet’in milleti hangisi”. Takıntısı, çakıntısı ve çıkıntısı var adamın.
Devamında “Bu Bayram Tayyip piyasadan çekildi, sadrazamı Davutoğlu Ahmet’in önünü açtı”.
Bununla da kalsa iyi; ırkçılık, ayrımcılık, hazımsızlık, izansızlık, iftira, yalan; ne arasan var.
(Devamı gelecek)
Allah’a emanet, hayra muhatab olunuz, efendim.