Aylık okuma listemin ilk sıralarında yer almasına rağmen ısrarla elime iliştirmek istemedim Çürümenin Kitabı’nı. Bazı kitaplara böyle muamele gösteriyorum. Listenin ilk başında oluşuna güvenip şımarırsa ruhun kıvrımlarına tepeden bakar ve enaniyet duygusuna bürünür diye pek yüz vermiyorum. Yücelik ve yükseklik temasını edeple emekletebilmek için bu reçete şifa vesilesi olabilir kanaatindeyim.
Ama bu diğerleri gibi değildi sanki. Saatlerce ahbaplık edince böyle bir kanıya vardım. Fosforlu kalemin envai çeşit rengini masama dizdirmesinden belliydi farklı bir yanının olduğu.
Kapağı açtığım vakit o ilk sayfanın parıldayan özgüveni bile beni ziyadesiyle etkiledi.
Bana adeta; ‘Âgâh ol ben de kal!’ diyerek muhtelif şeylerin dersini tersten ve baştan öğretmenin hazzını hissettirmek istiyordu.
Bu denli cevval asilzadeye kapımı kapatacak değildim. Elbette ivedi bir şekilde hay hay dedim ve sayfaların rayihasını içime çekerek satırların endamına nazar etmeye başladım.
Bir cümle birkaç defa okunmaz gerisin geriye bırak önüne bak ihtarını yok sayarcasına, gözlerime sil baştan hedef belleten diktayı hemen kucakladım.
Olay örgüsünü ünleme emanet edip, somut ve soyut olanları virgülle pekiştiren anlatım biçimine birkaç ifade de ben ekleyim desem ne olurdu sorusu beni sıkıştırdı ama cüret edip bunu yapamadım.
Daha doğrusu yapamazdım. İç-dış ilişkisine kesik atmak aklın ahlâkına yakışmazdı. Yapsaydım eğer kalbin ahlâkı dile gelirdi ve ben mahcup olurdum.
Bundan mütevellit ancak irfana sahip olanlar neyi neye bağlayacaklarını bilirler diyerek irfan sahibi olan ruh bütünlüğüne çelme takmak istemedim.
Ve devam ettim.
Tadımlık niyetiyle birer sayfa yazılmış denemelerin doyurduğunu görünce bunun bir de hazmı var âdapla oku ve süz diyerek kendi kendimi kırbaçladım.
Bunu yaparken haddinden fazla endişenin aksi tesir göstereceğini düşündüm ama öbür taraftan da dirayetli endişenin yerinde ve faydalı olacağı yadsınamazdı.
Hem demezler mi endişe noksanlığı yürürken ruhun işsiz kalması gibidir.
Bu kitapta ruhun işsizliğine nasıl tahammül edebilirim!
Tahammül seviyemin zorlandığı yer ruhun işsizliğinden ziyade sabrın asîliği. Soluk alıp vermesine aracılık ederek teyit edilemeyenle beslemek istediğimde daha da hırçınlaşıyor.
Daha önce benim de böyle bir tecrübem olmadı, tedricen ilerlemek icap eder dediysem de dinletemedim. Kıymık batmış bir kere, sızısı derinden ve ince.
Suyuna gitme gayesiyle bilgili değiliz bilgi satamayız okuyup öğreneceğiz ve satacağız, o kişi değiliz gösteremeyiz kendimizi, önce olacağız sonra olmak isteyenlere hat kuracağız dedim ve biraz mutmain oldu sanki.
Bu sükunetle birlikte gönlümüzde idrak ve duygu haleleri meydana gelmeye başladı.
Çevirdiğimiz her bir sayfa bu hâli besler mahiyette.
Ama sonrası için bir an durdum ve düşündüm.
Bu nadide varoluşun devamını ötekilerin edebî derisinde bulamazsam ne olacaktı?
Öyle ya ten bir, huşû tek, benlik dediğimizin benzeyeni yok.
Kaderin zamansal bir karnaval olduğunu düşünürsek bu bağlamdaki soru işaretlerimiz belki de üç nokta olup akıp gidecek.
Yeri gelecek parantez açıp içine sığdırmak ve muhafaza etmek istediklerimizi bir annenin bebeğine gösterdiği şefkati referans alarak yapacağız.
Haddi aşıp böbürlenmeden okuma alışkınlığımıza emanet edeceğiz kendimizi.
Arada da kendimize yoklama çekip nerelerdeyiz diye bir kolaçan edeceğiz ben dediğimizi.
Zaman zaman da bir başkasının rahlesine bırakacağız kalbimizi.
Arkalı önlü gözden geçirecek, gözün gördüğü ve kayda aldığı ciltlerle bir tutmaya çalışacak.
Cildin neresinde olduğumuzu bir cüz ifade edecek, olmamız gerekenleri de belki fevç fevç akıtacak göğsümüzün orta yerine.
Nasiplenebilirsek ne âlâ,
Olmamışsa bu da nasiptendir eyvallah.
Selâmetle…