Çuvaldızı önce kendimize, sonra…

Mustafa Balkan (Tarih Yazıları)

TARİHE YOLCULUK  (325)

Fetullah’a ve Adnan Hoca’ya inanan gençler iki-üç lisan bilen, son derece eğitimli ve nitelikli insanlar değiller miydi? Peki, biz onlar karşısında siyasetçiler, politikacılar, yetkililer, eğitimciler, gazeteciler, doktorlar, mühendisler, belediye başkanları olarak neler yaptık? Acaba önce kendimizi sorgulamamız, eğitimi sorgulamamız, çuvaldızı önce kendimize batırmamız gerekmiyor mu?

 

“15 Temmuz’dan ders aldık mı?” sorusunun içini doldurmaya ve 1923 (tek parti), 1946 (çok partili) siyasi hayata geçtikten sonra Cumhuriyet tarihinde, 2018’de eski TBMM’de yapılan ilk kabine toplantısıyla birlikte yeni bir dönemin başladığı ve eski rejimin yerini Başkanlık Sistemi’nin almaya başladığı bir döneme girildi.

15 Temmuz 2016 tarihinde neler oldu, neler yaşandı sorularının perde arkasında cereyan eden olayları bile en az 20 sene sonra öğrenme imkânı elde edebileceğimiz tarihi olaylar zincirinin halkalarıyla karşı karşıyayız. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi veya kısa adıyla Başkanlık Sistemi’nin neler getireceği dahi bilinmeyen bir zaman dilimine girmiş bulunuyoruz.

Ne kadar beşerî sistem getirilirse getirilsin bu sistemleri uygulama sahasına koyacak olan insan unsuru burada büyük önem arzediyor. Eğitimli, ehliyetli ve liyakatlı insan unsurunuz yeterince yoksa ve yetiştirememiş iseniz, yetiştirdikleriniz nesilleri de her 8-10 yılda bir gerçekleştirilen darbelerle bir dönemler askerî vesayet ve laikçilik giyotiniyle eğer biçmişseniz; elinizde kalanlarla nereye kadar gidebilirsiniz?

Eğer bir ülkede eğitim bozulmuş, yetişkin eğitim ordusu dağıtılmış, adalet mekanizması hak, hukuk yerine başka mekanizmaların devreye girmesiyle devlet hukukundan ve hukukun üstünlüğünden uzaklaşmış ise, yeni bir sistemi nasıl yerli yerine oturtacak ve uygulama sahasına koyacaksınız?...

Bir ülke eğer kendi vücudundaki zehri ve dışarıdan gelen mikropları ve virüsleri atmaz/atamazsa değil Başkanlık Sistemi, ilâhi bir sistem bile getirilse başarıya ulaşması zordur. Peygamberlerin hayatını ve kıssalarını okuduğunuzda, ne kadar zor bir vazifeyi üstlendiklerini ve kendilerine inanan ve iman eden insanlarla yola çıkarak Allah’tan aldıkları emir ve yasakları (haberleri) kendi ümmetlerine tebliğ etmekten başka bir görevlerinin olmadığı görülecektir. İslamiyet’i bir devlet nizamı haline getirerek bunu sistematik halde insanlığa sunan son Hak Peygamberin ümmeti olarak; “halife” olarak yaratılarak dünyaya nizam verme mefkuresiyle müzehhez kılınan biz Müslümanlara, bu dünyanın bir zindan olarak sunulduğunun da idrakinde ve şuurunda, o basiret ve ferasete sahip olmamız lâzım gelmiyor mu?

21.yüzyıl Müslümanları olarak, eski ümmetlerin başına gelenlerin bizim başımıza gelmeyeceğini kim garanti edebilir ki…

Biz Muhammed Ümmeti olarak bu dünyaya imtihan edilmek üzere gönderildiğimize göre; bu dünyada nasıl yaşayacağımızı, nasıl hareket edeceğimizi, 24 saatimiz ile yaşantımızı hangi kaide, kural ve inanç sistemine göre kuracağımızı Resulü Ekrem Efendimiz, bize öğretmedi mi?

Elbette öğretti.

Ama 200-300 yıldan bu tarafa İslâm Dünyası ve Müslümanlar, hercümerç edilmiş vaziyette Batı’dan esen kuvvetli rüzgârlar karşısında bütün kalelerinde açılan gediklerden içeriye giren yabancı ideolojiler, fikir ve düşünceler ile teknolojik üstünlük ile ekonomik olarak yaşanan eziklik ve güçsüzlük karşısında ezilmiş bir vaziyette oradan oraya savruluyoruz.

Osmanlı Sultanı Abdülaziz’in bir darbeyle şehid edilmesiyle içimize nüfuz eden paralel yapılar, bir kurt, bit ve kene veya virüs gibi vücudumuza yapışarak içeriden beslenme yollarını da bularak, harici yollarla destek de alarak bizi içeriden çökertme yollarına başvurdular. Ona yakın darbe ve muhtıralara muhatap olup yetişen insan kaynaklarını heba eden bu yapı, en son olarak 15 Temmuz’da ülkemizi ve insanımızı teslim almak istedi. PKK, FETÖ, İŞİD, Adnan Hoca gibi örgütleri acaba kimler besledi? Komplo Teorileri falan üretmeye gerek yok! Bunların hepsi bu topraklardan ve bu topraklarda yaşayan kendi insanımızın devşirilmesiyle ortaya çıkmadı mı? Çuvaldızı öne kendimize, daha sonra başkalarına batırmamız gerekiyor. Her taşın altından Sam Amca’yı, İsrail’i ve başkalarını bulmak kolaycı bir yaklaşım. Şüphesiz onların dahlini de inkâr ediyor değiliz. Ama önce kendimize bakmamız ve kendimizi bir yoklamamız gerekmiyor mu?

FETÖ ve Adnan Oktar’ın kullandıkları taktiklerde benzerlikler elbette var. Bunlar “teknolojiyi depoluyorlar, yeri ve zamanı geldiğinde kullanıma” sokuyorlar. “Siyasetin kilit noktalarına, iş çevrelerine ve medyaya hissettirmeden çok iyi nüfuz edebiliyorlar. Fethullah Gülen hareketi çok daha farklı, her alanda nitelikli eleman yetiştirerek ülke yönetimini teslim alacaktı, gençler öyle kirletildi, kimliksizleştirildi. “Sizler altın nesilsiniz, ülkeyi sizler yöneteceksiniz” diyerek bu gençlerin zihinlerine girildi. Kendi ailelerinden, ülkesinden, yurttaş kimliğinden uzaklaştırılıp tek kişinin emrine verildiler.

Adnan Hoca da “inşallah maşallah” sözlerini dilinden düşürmedi. Ancak yaptıkları, televizyon programlarındaki tavrı dini olmaktan çok uzaktı…

O dini kirletiyor. Yıllar içerisinde Adnan Hoca hareketine baktığınızda dönüşümler var. Son olarak televizyonda yaptıkları ne Türk, ne inanç kimliğine uyuyor. Tamamen yozlaşmış bir şey. Harun Yahya kitaplarına bakın: İsrail’in küresel gücünü kabul edilebilir olarak takdim ediyor, bu gücün önünde durulmaz mesajı veriyor.

Gerek FETÖ yanlıları ve gerekse Adnan Hoca’nın müridleri gençler iki-üç lisan bilen, son derece eğitimli ve nitelikli insanlar değiller miydi? Peki, biz onlar karşısında siyasetçiler, politikacılar, eğitimciler, gazeteciler, doktorlar, mühendisler, yetkililer olarak neler yaptık?

Önce kendimizi sorgulamamız, eğitimi sorgulamamız, çuvaldızı önce kendimize batırmamız gerekmiyor mu?

 

YARIN: Adalet mekanizmasına nasıl neşter vurulur?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.