Rahmetli Barış Manço,” Dağlar, dağlar, kurban olam yol ver geçem” demiş dağlara… Dağ geçit vermelidir ki, ulaşanlar olsun, o dağa varanlar olsun, o dağla tanış olanlar olsun. Dağ geçit vermiyorsa, gurur ve kibrim sembolüyse ben dağım diye çıkmasın ortaya…
Dağ, yüce gönüllülükten bir nişane olduğu sürece o dağa küsemezsiniz o dağa, gönül koyamazsınız!
Vardır bir bildiği der geçersiniz. Bilirsiniz ki, dağla aranızda görünmeyen gönül köprüleri kurulmuştur, yalanla, kıskançlıkla, haset ve fesat ateşleriyle yanmayan ve yıkılmayan köprüler.
Dağı dağ yapan özellik herkesi dinlemesi, korumaması ve kollamasıdır.
Dağ ile ilgili söylenen deyimleri mecaza vurduğunuzda, dağ gibi gördüklerimize, gönül verdiklerimize, peşi sıra gittiklerimize olan küskünlüklerimiz gelir akıllara…
Çabuk alınan, çabuk kırılan, bazen kazı koz anlayan bir yapımızın var olduğu bir gerçekse de, kolay kolay küsmediğimiz, küsme denen kavramla kol kola olduğumuzda söylenemez!
Gönül umduğuna küser denmiş…
Dağ bizim gözümüzde anlamlıdır, saygı duyulandır sevilendir, övülendir, başımızın tacıdır.
Lakin, dağ mağrurluğa meyyalse, tepelerden bakmaya hevesliyse, önceleri hoş tuttuklarını yarınlarda bir başına bırakıyorsa, haklı sebeplerden dolayı alınanı, incineni, kırılanı görmüyorsa, küstürüyorsa, onlardan haberi yokmuşçasına bir havalardaysa, dağın nasıl bir dağ olduğunu sorgulamayan kalmaz!
Koskoca dağ, ne bilsin küseni diye mazur gösterirler ya dağı!
Dağ , madem ki da ben dağım deme derdindedir, o zaman dağ gibi davranacak demektir!
Dağ olmak, derdi olanın yanında, ardında dağ gibi durmaktır!
Heybetiyle, gölgesiyle, Hızır misali yetişmesiyle, dağ dağ olmasının gereğini yerine getirendir!
Dağ, dağ gibi davranmazsa, o dağı yalçın tepeleriyle, ormanlarıyla, karlarıyla baş başa bırakırlar!
Kimse böyle bir dağın ardında durmaz, yanında olmaz, hele ki bıçak kemiğe dayandıysa, hatta kemiği de kesmeye başlamışsa….
Hiç kimse durup dururken güvendiğim dağlara kar yağdı demez! Dağ ona güvenenlere, umut bağlayanlara, ondan imdat bekleyenlere sırtını dönemez! Dağın haberi olmazsa, kendi bilir dağ!
Yarın üzerindeki karlar dahi çığ misali kendini bırakır dağdan aşağı da, terk eder o dağı…
*****
Güvenilen dağ, güveni ve güvenenleri boşa çıkarmaz…
Kim küserse küssün, kim kırılırsa kırılsın dağ onu bilmek zorundadır!
Dağ olmanın anlamı da, gereği de, karşılığı da budur!
Değilse ben dağım demeyeceksin, dağ olmaya soyunmayacaksın!
Dağ isen fedakarlığı önce sen yapacaksın ki, gözlerimiz yaşarsın!
Baba gibi olacaksın ki şefkatini hissedeceğiz iliklerimize kadar!
Adaletli olacaksın ki, onun adalet terazisi şaşmaz, adam seçmez, adam kayırmaz, onun yanında herkes birdir, eşittir, kimsenin hakkını kimseye geçirmez diyeceğiz!
Halden anlayacaksın ki, halimizi bilse bilse , anlasa anlasa o bilir diyeceğiz.
Çünkü biz ona dağ dedik, dağ gibi gördük diye anlatacağız nesiller boyu, kuşaktan kuşağa…
*****
Her dağın dumanı ayrı olur derler…Her dağın karı, tipisi, boranı, yağan yağmuru, esen rüzgarı ayrı olur derler. Dağa çıkmakta zordur, inmekte…
Zirvesine varmakta zordur, zirvede kalmak, zirvede durmak, zirvede iz bırakmakta…
Dağın vefası siyasetin vefası gibidir. Bazen güneş açar ısınırsınız, bazen göz gözü görmeyen bir tipiye yakalanır donar kalırsınız!
Dağ sürprizlerle doludur. Bazen dağcı olsanız da, kâr etmez!
Dağı anladığını sanan, ben dağın ciğerini bilirim diye iddialı konuşanlar, birde bakar ki, dağın o güne kadar hiç bilmediği, hiç görmediği bir yönüyle kendini bir anda zirvelerden dağın eteğinde buluvermiş!
Ortada gerçek bir dağ varsa, dağ olmaya kalkanlar, sıradan bir tepe bile olmadıklarını bir süre sonra anlarlar.
Tepe en nihayetinde tepedir. İstese de ondan dağ olmaz! Yüz tane tepe bir araya gelse, yine de bir dağ etmez! Dağ olmak ayrı bir özelliktir.
Elbette dağ var, dağ var demek daha doğrucadır.
Hakiki bir dağın eteğinde dahi olsanız, mutsuzluk size yaklaşamaz! Hiçbir şey keyfinizi bozamaz! Hiçbir caydırıcı söz sizi o dağın sevgisinden ayrı tutamaz!
Gerçek dağlar, oturur seninle birlikte ağlar! Gerçek dağlar, seni kendine bağlar! Gerçek dağlar, coşkun nehirler gibi çağlar!
*****
Dağ küsecek diye, paçaları tutuşanlar, üzülenler, o üzülmesin ben üzüleyim, o kırılmasın ben kırılayım diyenlerin var olduğu bir dünyada, dağa küseni de bir zahmet dağ görmeli…
Dağ görmesiyle, bilmesiyle ve sezmesiyle bilinir ve tanınır!
Dağa her kim küsmüşse, her kim kırılmışsa, dağ bunu bilmek zorundadır!
Bu işe memur ettikleri, görevlendirdikleri, bu küsmeyi, bu kırılmayı iletmeli, ulaştırmalı, haberdar etmelidir.
Etmiyorlarsa… Koskoca dağ, haşmetli dağ.. Sen ona küssen ne, küsmesen ne, senin küsmenle dağdan ne eksilir?
Dağı havaya sokanlar, ona ayrıcalıklar yükleyenler,
Dağı terk etmeler başladığında ne yaparlar biliyor musunuz?
Bir bakmışsınız bir gece hepsi tası tarağı toplamış kaybolmuşlar, başka dağların peşine, başka dağlara için hizmette kusur etmemeye gitmişler!
Dağ dediğin o heybetiyle gururlanmadan, kibre kapılmadan, etrafında ne dolaplar dönüyor bilecek, o kendini görmez, bilmez zannedenleri de, gören duyan birilerini görevlendirecek.
Yapmazsa ne mi olur?
Dağın ucunda bucağında bağlar kalmaz, sular çekilir, ormanlar sararıp solar, kim var, kim yok, terk eder o dağı…
*****
Dağa dağ denmesi için, dağın görmesi lazım, bilmesi lazım, duyması lazım, değilse o dağa dağ demezler, sen dağ değil, düpedüz tepe imişsin derler.
Tepe çok çok ne olur? Tepeyi tepe tepe yol ederler!
Amma dağ öyle mi ya…Dağı öyle tepe gibi yol edemezseniz, tepeyi aşmak, dağı aşmak değildir.
Bir dağa varabilmek için kaç tepe aşılacağını dağa doğru yürüyenlerden başka kim bilebilir ki…
İnsanlar terlemeden, kolayca, alsınlar, bindirsinler helikopter gibi bir araca, indirsinler dağın zirvelerinde münasip bir yere diye hayaller kuruyor!
Varsa böyle bir dağ, zaten o dağa dağ demezler…
Dağ yol geçen hanına döndü mü, küsenlerin hiçbirine bakmaz da, aldırmaz da!
Öyle dağlara öteden beri, “Sözde dağlar, dağ geçinen dağlar, dağdan geçinen dağlar” derler!
Dağ olmayan ne bilsin, dağ ne? Dağ olmak ne? Dağa nazı geçmek ne? Dağa vefa göstermek ne?
İşte böylesi dağlardır teşbihte hata olmasın küsenlerin küstüğü, dağın haberi olmadığı dağlar!
Dağı seven, dağla ortak birçok hatırası olan neden küssün o dağa?
İnsan dağın taşına, içinden çıktığı toprağına, sılasına, vatanına, küsebilir mi?
Dağ günün birinde, ey bana küskün gibi duran, küsmüş gibi bakan, ben sana hiç küsmedim ki dese, gel madem küstün, bak açtım kollarımı, gel barışalım öyleyse, gel kucaklaşalım dese, o küsmüş görünende küslükten bir eser kalır mı?
Dağ sözde dağ değilse eğer, ne o küser sevdiğine, ne de sevdiği ona…