Dal Üstünde Saksağan!

Erol Sunat

Dal üstünde saksağan vur beline baltayı da derler, dam üstünde saksağan vur beline kazmayı da… Hangisi daha doğru meselesine gelince,  

Aslında her ikisi de…

Benzer ifade amma, her defasında beline kazma yiyecek olan da, balta yiyecek olanda saksağan!

Ne suçu var garibin! Dalda da olsa, damda da olsa mukadderatı belli…

Hükmü vermiş geçmişiz…

Oysa şöyle bir düşünürseniz…

Dal ayrı, dam ayrı…Neşe ayrı, gam ayrı…

Ne alaka mı dersiniz? Alakaya maydanoz mu?

Gördüğünüz gibi, aralara birde maydanoz sıkıştı kaldı!

Maydanoz ne alaka ise artık?

Birde bahçelerde maydanoz var değil mi? Taktık mı takıyoruz, maydanoza bile!

Saksağan dal üstünde dursa ne, dam üstüne çıksa ne?

Garibin beline vurmaya kalkışılan balta ne, kazma ne o zaman?

Millet günah keçisi niyetine, keçiden vazgeçti! Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler diye keçiyi bir daha gömdü! Hiç oralardan kapak kaldıran yok!

Söz döndü dolaştı Saksağana mı geldi?

Saksağan ve günah keçisi olmak yan yana gelebilecek şeyler değil!

Bu seferde, keçi ne alaka, saksağan ne alaka diyecek birçokları…

Saksağan fedakarlığın timsali…Saksağan, kuşların doğrucu Davut’u! Onun için en sevilmeyeni, dokuz köyden değilse de dokuz ağaçtan birden, hatta ormandan kovulanı!

 

*****

Saksağan fedakar olduğu kadar, uyarıcı bir kuş…Sesi beğenilmese de, çıkardığı sesle, yuvasını ve yavrularını yırtıcı kedilerden ve yılanlardan o beğenilmeyen sesiyle kurtaran ve koruyan bir kuş.

Ormanların, tabiatın yani doğanın belalısı dense yeri…

Kekliklere ve güvercinlere saldırdığı, tilkileri kaçırdığı sır değil…

Şahin ve Doğan kadar olmasa da, Kartalın yanına yaklaşamaz dense de, kuşların en gözü karalarından biri!

Gelelim işin mecaz faslına…

Saksağan; kuşların doğru söyleyeni, yalan bilmeyeni, yalan sevmeyeni…

Kötülükleri, yanlışlıkları önleyici ve engelleyici olanı…

Aynada kendini tanıyabilen, aynaya bakmaktan çekinmeyen yegane kuş.

Bugün doğruların, doğru lafların karşılığı olarak, doğruyu söyleyenlerin lafına, “ dam üstünde saksağan” benzeri karşılıklar sıralanması, zaman içerisinde doğru kavramının ne denli yıpratıldığının ve değersizleştirildiğinin hüzünlü bir göstergesi.

Yalancıların, fırsatçıların, doğruları ve gerçekleri gizleyenlerin, doğru söyleyenlerle işi olmayanların, her doğru her yerde söylenmez diye, hakikatleri örtmeye kendince kılıf arayanların dillerinden düşürmediği bir söz haline geldi “dam üstünde saksağan!”

Doğruları söyleyenlerin değil, yalancıların kendilerini doğrulara karşı savunma lafı, dalga geçme lafı, aşağılama lafı haline gelmiş durumda…

 

*****

Konuyla uzaktan yakından alakası olmayan söz anlamına gelen ve öyle yaklaşılan “dam üstünde saksağan” deyişine gelin bir de şöyle bakalım…

Konu derken , hangi konuyla diye başlayalım isterseniz!

Nihayetinde konu var, konu var!

Halledilmesi, hallolması gereken konu var!

Bazılarının işine gelen yada gelmeyen konu ve konular var!

Bu konunun şimdi sırası mı, ne gereği vardı diye ortaya atılan konular var!

Temcit pilavı gibi ısıtılıp-ısıtılıp öne sürülen konular var!

Acil çözülmesi gereken konular var!

Beklemeye tahammülü olmayan konular var!

Üfürükten teyyare selam söylen o yâre babından konular var!

İşte bu konuların ciddi olanları için, bekleyemeyecek durumda olanları için, acil cevaplar ve çözüm arananları için soru soranlara, “dam üstünde saksağan” yaklaşımları yapılıyorsa, bu vebalin altından kalkabilecek olan var mı?

“Yemin yalancıların siperidir” diyen Hz. Mevlana’yı unuturcasına, yeminlere sığınan, üçten dokuza şart olsun diye yeminler eden yalancılara, sahtekarlara ne demeli?

 

*****

Doğru ne zaman lazım? Doğrularla işi olmayan, doğrulara tahammülü olmayanlar için, aslında hiçbir zaman! Oysa, doğruluğa karşı, dürüstlüğe karşı derin bir muhabbetimiz olduğu sanılır!

Birçok arenada, külliyen yalandır bu yaklaşım.

Dil ucuyla denir ya….

Biz doğruyu, doğruları, doğru söyleyenleri sevsek-sevsek anca o kadar severiz!

Hele doğru kelam edenlerle işimiz olmaz!

Dam üstünde saksağan doğrulara sataşma biçimimizdir.

Laflarının boş olduğunu, gereksiz olduğunu ortaya koymak içindir.

Doğru sarsılır, lakin yıkılmaz denmesi bile, doğruları sevmeyenlerin hiç hazzetmediği cümlelerden birisi olarak, yalancıları, hakikatlerle yüzleşmek istemeyenleri rahatsız eder.

 

*****

Uzun ve halen devam eden Pandemi döneminde kendisiyle baş başa kalan, kendini dinleyen, birçok konuda muhasebe yapan insanlar, doğruları ve yanlışları bir elekten, bir süzgeçten geçirmişler midir?

Falancanın hakkını yedim, ona çok haksızlık ettim, alacağının üstüne yattım, aramamasını fırsat bildim, kendimi toparlar toparlamaz, bunları telefi edeceğim demişler midir?

Karantina sürecinde, evet!

Yoğun bakımda yatıyorken, evet!

Solunum cihazına bağlanıp kendi hayatı bir film şeridi gibi gözünün önünden akıp giderken, evet!

Kalkınca, kendine gelince, kendini toparlayınca bu evetler, uzun bir süre beklemeye ve askılara alınmış gözüküyor!

İnsanlar bu ağır süreçleri atlattıklarından sonra birde baktılar ki, o haklarını yedikleri insanlar, bu dünyadan kopup gitmişler. Aralarındaki mesele huzuru mahşere kalmış! 

Bazıları ise, maddi-manevi hesaplarını kapatmak ve helalleşmek yolunda yeni gönül köprüleri kurmuş!

Bazıları da ben kurtardım, onda da bir şey yok, şu Pandemi süreci bir geçsin, ortalık sakinleşsin, yüz yüze görüşmeler rahatlasın, giderim görüşürüm, hallederim yaklaşımına sığınmış durumda…

Başımdan geçmeyen kalmadı, yol yakınken şu meselemi halledeyim, dünyanın bin bir türlü hali var dememe ısrarında olanlar ise az değil! 

 

*****

Bize bir haller olduğu kesin. Gerçeklerden ve hakikatlerden uzak kalmaya çalışmamızın bir başka izahı da yok zaten.

Doğruları seven var m? Doğru sözlere, haklısın, tam isabet diyen kaç kişi kaldı? Ya doğru yaklaşımların yanında duranlar? Doğru ifadelere, doğru tariflere, doğruları işaret edenlere “dam üstünde saksağan” diye karşılık vermemiz ne o zaman? Gerçekleri görmezden gelme eğilimlerimizin bir izahını yapacak olan var mı? 

Doğrular, doğruyu konuştu diye, vurduk bellerine kazmayı, vurduk bellerine baltayı! Bize sıra gelmez, yapanın yaptığı yanına kâr kalır sandık! Bu dünyanın etme bulma dünyası olduğunu, yapanın yanına kâr kalmadığı bir dünya olduğunu anlamak için illaki Koronayla mı sınanmamız lazımdı?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.