64. Hükümet’in Başbakanı ve Ak Parti Konya Milletvekili Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun 15 Temmuz Darbe Girişim Araştırma Komisyonu’na verdiği cevap metninde, paralel yapının “en planlı ve stratejik adımı eğitim alanında attığını” belirterek “Bir taraftan İslam geleneğinde eğitime verilen önem diğer taraftan örgütün altın nesil yetiştirme iddiası, on yıllarca yabancılaşmış elit tarafından dışlanmış Anadolu’daki geniş kitleler için önemli bir çekim alanı oluşturmuştur. 2013 yılının sonuna doğru dershanelerin kapatılmasına yönelik kararın arkasından örgütün gerçek yüzünün ortaya çıkmasıyla daha iyi anlaşıldığı üzere, eğitim alanındaki yoğunlaşma üç önemli fayda sağlamaya yöneliktir: Güçlü bir sosyal meşruiyet, bu meşruiyet ile birlikte sağlanan finansal kaynak artışı ve nihayet robotlaştırılarak mobilize edilen bir insan kaynağının oluşması.” diyor.
***
Gazeteci-Yazar Cem Küçük, Haber Türk televizyonu programında, Sayın Ahmet Davutoğlu’nun sözleri hatırlatıldığında verdiği cevap; “Sayın Davutoğlu, kendi hükümeti döneminde FETÖ/PDY ile mücadele etmedi. Bundan dolayı zaten görevden alındı”ğıyla ilgiliydi. Küçük, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bundan dolayı “yalnız kaldım” dediğini de hatırlattı o programda. Küçük’ün ayrıca, “TSK’dan daha önceki ve sonraki Genelkurmay Başkanlarına verilen FETÖ/PDY yapılanmasıyla ilgili isim listeleri ordudan atılmış olsalardı 15 Temmuz yaşanmazdı” şeklinde bir yorumu da oldu.
Sayın Davutoğlu’nun neden Başbakanlık görevinden azledildiği böylece anlaşılmış oluyor.
Bir dönem Aksiyon dergisine haftalık yazılar da yazan Sayın Ahmet Davutoğlu, “paralel yapıyla neden mücadele etmedi?” sualinin cevabını ne yazık ki o metinde de yeterince bulamıyorsunuz.
Pensilvanya’ya, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatı üzerine giderek Gülen’le görüştüğünü ifade eden Davutoğlu, 17-25 Aralık darbe teşebbüslerinden sonra neden bu paralel yapıyla yeterince mücadele etmediği konusunda şeffaf ve açık bir şekilde cevaplar vermemesi, metni okuyanları oldukça düşündürüyor doğrusu.
***
Ak Parti iktidarının 14 yıllık dış politikasını beş temel ilkede özetleyen eski Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Türkiye’nin bu ilkeler çerçevesinde yürüttüğü etkili dış politika, bu platformlarda belirleyici olan pek çok uluslararası aktörü rahatsız etti”ğini belirttikten sonra şu yorumda bulunuyor:
Bu aktörler, Türkiye’nin yükselen gücünü kendi çıkarlarına uygun gördüklerinde desteklerken, kendi başına bir çekim alanı oluşturmaya başladığında itibarsızlaştırma, şüphe uyandırma ve istikrarsızlaştırma yöntemlerine başvurdular. Devletin o zamana kadar imkanları sebebiyle yeteri kadar ilgi gösteremediği bir çok ülke ve platformda Türkiye’yi tek başına temsil etme iddiasında olan ve “Türkiye” adını münhasıran kendi çıkarları için hesap vermeksizin kullanan FETÖ/PDY de kendi tekelini ortadan kaldıran bu açılımlardan rahatsız olmuştur. Türkiye’nin etkinliğinden rahatsız olan aktör ve kurumlar irademizi sarsmak, etkinlik alanlarımızı daraltmak ve iktidarımıza sınır çizmek için bu yapıyı maşa olarak kullanırken, bu yapı da bu aktörler üzerinden uluslararası güç devşirme ve bu gücü gerektiğinde son hamle için konsolide etme çabası içine girmiştir. Nüfuz ettiği bürokrasi, iş dünyası, sivil toplum ve medya imkanlarıyla FETÖ’nün bu aktörler tarafından son derece kullanışlı bir araç olarak görüldüğü bugün daha iyi anlaşılmaktadır.”
Sayın Davutoğlu’nun cevap metninde yer alan “öneriler” bölümünde ise; şu yorum dikkat çekiyor:
“Bu örgütü ortaya çıkaran saik, İslam inancı ve onun usulü değil, aksine sahih İslam inancının baskı altına alınması, sıradan Anadolu insanının kendi dinini açıktan yaşayamaması, özellikle kamuda bu baskının katlanılmaz boyutlara ulaşması sonucu, İslam inancının bilgi
telakkisinden ayrışan yanlış bir zihniyetin ortaya çıkmasıdır. Burada yapılması gereken, tek parti döneminin zihniyetini bugüne taşıyarak yaşanan gelişmelerden din eğitimini sorumlu kılan bazı kesimlerin iddia ettiği gibi din eğitimini kısıtlamak değil, bilakis sahih ve şeffaf bir din eğitimi ile sapmaların önüne geçmektir.”
‘Siyasal Sistemi Yeniden İnşa’da sekiz madde sıralayan Davutoğlu’nun “Yönetimde Meşruiyet” kısmından bir paragrafı dikkatlerinize sunuyorum:
“Siyasi iradenin bu tasarruf yetkisini yönetimde kullanmasını sağlayan ilke meşruiyettir. Meşruiyetin kaynağı ise 23 Nisan 1920’den bu yana doğrudan millet ve onun bağrından çıkmış olan TBMM’dir. Hiçbir kişi, grup, zümre ya da parti milletten ve onu bir bütün olarak temsil eden TBMM’den meşruiyet onayı almaksızın kamu otoritesi kullanamaz, bu otoritenin mahiyetini değiştirecek girişimlerde bulunamaz.”
Anayasa Değişikliği tekliflerinin Meclis’te oylandığı şu günlerde yorum sizin.
AZİZİM DİYOR Kİ…
“Meşruiyet şeffaflığın hukuk ve devlet düzenindeki yansımasıdır. Meşruiyet, kamunun kendi yetkisini açık ve şeffaf seçimler üzerinden kendi içinden çıkan vekillerine devretmesiyle oluşur. Bu yetki devri millet egemenliğinin yönetimsel bir niteliğe ve kapasiteye kavuşmasını sağlar. Bu yetkiyi doğrudan kamudan almayan hiç kimse devleti kendi mülkü ittihaz edemez ya da ara rejimlerde görüldüğü şekliyle kısmi ve geçici bir şekilde de olsa kamu otoritesi tasarrufu kullanamaz, çünkü demokratik meşruiyet kaynağı şeffaf bir şekilde gösterilemeyen otorite kullanımının her türlüsü zorbalıktır.” (Ahmet Davutoğlu)