Özgüven kelimesi tüm kaynaklarda kısaca “insanın kendisinden memnun olması, kendisi ve çevresiyle barışık yaşaması” olarak tarif ediliyor.
Özgüven eksikliği ise “kendinden şüphe duyma, pasif olma, boyun eğme, aşırı uyum gösterme, yalnızlık, eleştirilere karşı hassas olma, depresyon, aşağılık duygusu ve sevilmediğini hissetme” gibi kavramlarla tanımlanmaktadır.
Bunlar bilinmeyen şeyler değil ama konun Başbakanımız Davutoğlu’nun siyasi ifadelerinde ele alınmasıyla Türk siyasi tarihinde “özgüven-self confidence” kelimesi yeniden önem kazanmıştır. Bu ifade son yılların istikrarlı siyasetinin sağladığı en büyük kazanımlarından biridir.
İnsanın kendinden memnun olması, kendini sevmesi, çevresiyle barışık olmasından daha güzel bir şey olabilir mi? Geçmişte olduğu gibi kendinden, devletinden, askerinden, valisinden, kaymakamından, memurundan-amirinden “ululaştırılmış-yüceltilmiş devlet adına” korkan nesiller, korkutulan bir millet-fert olarak yetiştirilmenin acısını çok yaşadık.
Kutsal devlet adına, omuzunda Kırıkkale mavzeri taşıyan jandarmanın kendi öz vatandaşına yaptırılan zulmü hatırlayın. Bunları unutursak önümüzü göremediğimiz gibi; devleti ayakta tutan üretim gücümüzü kaybeder, devleti kutsuyoruz bahanesiyle kendini kutsayanları yeniden devreye sokarız. Öz evlatları sol görüşe sahip olduğu için vatan haini ilan edilen, inancını yaşadığı için mürteci sayılan, milletimi ve tarihimi seviyorum dediğinde de faşist olarak niteleyenleri;
Sokakta, okulda, işyerinde ötelenen başörtülü kızlarımızı devletten soğutanları,
Faiz haramdır, ben bankayla çalışmam diyeni yeşil sermaye ilan ederek ekonomiden kaçıranları; Sahtekârları inanmadığı halde vatanperver ilan ederek uçuranları,
Gerçek vatanseverleri baskı altına alarak altına kaçıran bir millet isteyenleri yeniden baştacı yaparız.
Bu millet Kemalistlere göre kendilerinin belirlediği ideolojiden ve çizdiği yoldan giden, muti bir nesil yetiştirme gayretiyle; marşlarla avutulan, sahte teranelerle uyutulan ve büyütülen bir nesil olmalıydı. Bu durum ise bindirilmiş alaylar, silik nesiller ve özgüven eksikliği demektir.
Özgüven eksikliği, kendini veya yeteneklerini çok acımasız bir şekilde eleştirmek, olayların sonuçlarını gerçekte olduklarından daha kötü bir şekilde değerlendirmek, gerçekçi olmayan hedefler belirlemek. Başarısızlık korkusu, başarısızlığı olumsuz olayların bir tecrübesi gibi algılamaktansa, bunların üzerinde fazla durmak gibi olaylarla kendini gösterir.
Örneğin; bir dersten kaldığınızda; kendinizi bir dersten kalmış, iyi bir insan olarak düşünmektense, işe yaramayan başarısız biri gibi düşünerek "ah ben ne beceriksizim, benden adam olmaz, zaten şu işi başarsaydım âlim olurdum" vb. bir sürü olumsuz yükleme yapar kendisine.
Esasında bu tür yüklemeler gelecekte kişiye pahalıya mâl olmakta; pasif, çekingen, özgüveni olmayan, arka planda kalmayı tercih eden bireyler haline getirmektedir. Her şeyden korkarak içimizde bulunan girişimcilik ruhunu da yok etmektedir, değil mi?
Özgüven ile hayattaki başarılarımızın doğru orantılı olarak birbirini tamamladığı göz önünden kaçırılmaması gereken bir noktadır. Ben yapamam, yapamayabilirim derken yapmasam da olur düşüncesiyle bocalayıp kalan birey, ailenin baskıcı tutumundan da etkilendiği için kendini yetersiz pasif görerek kendini ifade yollarını tıkayarak başarısızlığa sürüklenecektir.
Kendisini başarısız gören birey ise okulda arkadaşlarına, iş hayatında meslektaşlarına küçük düşme endişesiyle karşı karşıya kalarak korku, ümitsizlik ve güvensizlik yaşayacaktır (Devam edecek).
Allah’a emanet, hayra muhatab olunuz, efendim.