Bilindiği üzere enbiya ve evliyalar diyarı Konya’mızın sinesinde barındırdığı büyük velilerden birisi de hiç şüphesiz Çumra’nın Dedemoğlu köyünde metfun ve köye adını veren Dede Molla’dır. Kendisi hakkında maalesef çok etraflıca bilgiye sahip olamasak da II. Beyazid ve Yavuz Sultan Selim dönemlerinde yaşadığı tahmin ediliyor. Tam olarak doğum ve ölüm tarihleri tespit edilememiştir. Menkıbevî bir hayatı vardır. Çevre halkı onun manevî varlığından istifade etmeye çalışır. O, aynı zamanda bir gazi velidir. Rivayete göre Yavuz Sultan Selîm Han Mısır seferine giderken yolu Çumra’dan geçer. Sultan atı üzerinde ordusunun önünde yol alırken ihtiyar bir köylüyü tarlasını sürerken görür. Yaklaşıp selâm verir. Köylü gelenin kim olduğunu farketmemiş gibi bir tavırla selâmını alır ve işiyle meşgul olur. Atı üzerinde onu seyreden Sultan; "Baba duydun mu? Pâdişâh sefere çıkmış. Mısır'a gidiyormuş" der. Köylü; "Mevlâ yolunu açık eylesin. İnşâallah hayırlı olur. Emeline nâil ve muzaffer olarak döner." dedikten sonra işine devam eder. Sultan Yavuz Selim onun bu olgun hâline ve teslimiyetine bakıp dünyâya gönül bağlamayan, lâzım olduğu kadar çalışan ve tevekkül sâhibi bir zât olduğunu oracıkta anlar. Sultan dedenin nasıl karşılık vereceğini merak ederek tekrar; "Dede, uzak yerden geliyorum. Karnım aç, yiyeceğin var mı?” der. Bunun üzerine biraz ilerde iki taşın üzerine yerleştirilmiş tencerede pişmekte olan aşı işâret ederek; "Pilav pişmek üzere, işte orada; karnın doyuncaya kadar ye!" der. Pâdişâh; "İyi ama ardımdaki ordu da aş ister." deyince; "İşte tencere orada, indir sen de ye askerlerin de yesin. Hepinize yeter inşâallah." diye söyler ve yine tarlasını sürmeye devâm eder. Sultan Selim bunun üzerine ordu yaklaşınca vezirlerine ordunun mola vermesini emreder. Mola veren askerler küçük gruplar halinde aksakallı ihtiyar zâtın pilavından yemek için sofraya sırayla oturur. Başta sultan, vezirler ve bütün ordu bu pilavdan yer fakat bi tencere pilav hiç eksilmez. Bu ihtiyar zâtın erenlerden olduğunu anlayan Sultan Selim, onun kerâmetiyle pilavın bitmediğini görerek hürmetle elini öpüp, duâsını alır ve ordusuna ilerle emrini verir. Osmanlı ordusu Mısır Seferi’nde zafer kazanıp İstanbul'a dönerken Sultan yine bu zâta uğrar. Bir arzusu olup olmadığını sorar. Yavaş bir sesle; "Mendilimi isterim" der. Sultan Selim önce bir şey anlamasa da biraz düşündükten sonra savaş sırasında kolundan hafif yaralandığını ve o sırada yanında savaşan ihtiyar bir askerin koynundan mendilini çıkararak yarasını sardığını hatırlar. İşte o ihtiyar asker velîlerden olan bu zât imiş. Sultan Selim Han bu kerâmetini de anlayınca ona hürmet gösterip kendisini ihya etmek istediğini söyler. Fakat Dede Molla’ya bir şey kabul ettiremeyeceğini anlayınca çevresine ihsanlarda bulunur. O civardan öşür alınmamasını ferman buyurur. Böylece çevresi, Dede Molla sayesinde asırlarca refah içinde bir hayat sürer. Dedemoğlu Köyü’ne iki kilometre uzakta Tekke mevkisinde yaşayan Dede Molla’nın buraya ne zaman ve nereden geldiğini kimse bilmez. Bilinen tek şey Dede Molla’nın bir Allah velisi ve sevgili kulu olduğudur. Molla ismini de islami ilahiyat ve dini yasa yani fıkıh üzerine eğitim görmüş bilgin kişiliğinden almıştır. Arapça'da efendi, sahip gibi anlamlara gelen Mevla kelimesinden türetilmiştir. İslam dünyasının büyük bölümlerinde, İran, Bosna-Hersek, Afganistan, Orta Asya ve Hindistan'da, molla adı yerel İslami dini liderlere ve cemaat önderlerine verilir. Üzerinde ayak bastığımız Anadolu böyle daha nice veli yetiştirmiştir. Allah onlardan razı olsun. Vesselam…