Kişi kendi koyduğu kuralları, yasakları, yasaları bizzat kendisi çiğner, kendi aldığı kararları, verdiği sözleri ciddiye almazsa, başkaları da ciddiye almaz. Hatta başkaları bununla da kalmaz, kişinin kendisini de ciddiye almaz. Bu kişi tüzel kişi ( Kurum, kuruluş, firma vs. ) da olsa aynıdır.
Bir özel veya tüzel kişi, insanların zamanına değer vermiyorsa, insana da değer vermemiş olur. Çünkü insanın zamanı da malı, canı, onuru, inancı gibi değerlidir. Randevu aldığı halde bekleme salonlarında ve bazen kuyruklarda insanların zamanı, günümüzde bile heba ediliyor. Bunu önleyecek olanların umursamazlıkları, insana saygıları olmayışındandır. Bir yandan tüm insanlarımızın, saniyelerini bile değerli hale getirmeye çalışırken, bir yandan onların zamanını öldürmek, bize çok pahalıya mal oluyor.
Zamanın değerini bilen ileri toplumlar, zamanın bu şekilde çalınmasını önleyen, çok çeşitli, pratik çözümler üretmişlerdir. Biz de üretebiliriz, yeter ki isteyelim. Ama önce bu bilince ulaşmanın, insana değer veren bir toplum haline gelmenin eğitimini almalıyız.
Birkaç yıl önce haber bültenleri bir haber geçmişti: 50-60 Yıl önce Alman bilim insanları zamanın hızını ölçmüşler. Çıkan rakamı sabit bir değer sanıp, bir daha ölçmemişler. 50-60 Yıl sonra yeni kuşak bilim insanları eldeki rakamın ne kadar hassas olduğunu merak edip, yeniden ölçtüklerinde, bunun sabit bir değer olmadığını, aksine zamanın çok hızlanmış olduğunu fark etmişlerdir. Evet, dünyanın dönüş hızı artmadığı halde zamanın hızı artmıştır.
Eskiye göre, aynı zaman birimi içerisinde artık daha çok iş yapılıyor, daha çok olay, gelişme ve ilerleme oluyor. Aktivite çokluğu sebebiyle 24 saat kimseye yetmiyor, zamanın nasıl geçtiğini fark etmiyoruz bile. Bu durumda zamanın değeri de eskiye göre çok daha artmış demektir, artmaya da devam ediyor. Kamu otoritesi bu gerçeğin herkes tarafından dikkate alınmasını sağlamalıdır. Hatta halkın zamanını çalanlar da, malını çalanlar gibi yargılanmalıdır.
İnsanlarımız birbirinin canına, malına gösterdiği saygıyı zamanına da göstermeyi öğrendiği zaman büyük mesafe almış oluruz. İnsana değer vermek, saygı göstermek kuru bir nezaketten ibaret değildir. Yaygın eğitimin içinde buna dair de bir öğreti olmalıdır. İnşallah yeni gündeme gelen “Değerler eğitimi dersi” müfredatında bu konuya da yer verilir.
Saniyeleri bile çok kıymetli hale gelmiş insanları kuyrukta veya bekleme salonunda bekletmek ne kadar abes ise, diğer insanları bekletmek de o kadar abestir. Bu konuda özellikle hastanelerimiz biraz daha mesafe almalıdır. Acil dışında, Doktorun zamanı değerli, hastanınki değersiz diye bir kural yok. Günümüzde zamanı doktordan daha kıymetli olan çok insan var. Sağlık alanında da eski günlere göre az mesafe almadık çok şükür, ama daha iyisini yapabiliriz.
Bir ülkenin yöneticileri ve yasaları kendi vatandaşlarına öncelikle kendisi değer vermiyorsa, bunu başka ülkelerden beklemesi anlamsızdır. Bu durumda dış ülkelerde horlanan vatandaşları için o ülkelere kızması ciddiye alınmaz. Devletlerin gücü ve saygınlığı, dış devletlerde vatandaşlarına nasıl muamele edildiğiyle de ölçülür.
Geçmişte, bazı batı ülkelerine girerken, sanatçılarımızın ilaçlamaya tabi tutulduğu, üst düzey diplomatlarımıza dahi sıradan bir turist veya şüpheli muamelesi yapıldığı günleri unutmamalıyız. Bunları umursamıyor, unutuyorsak ve bunlar bizim başarı azmimizi, milli şuurumuzu, birlik ve tutkunluk bilincimizi kamçılamıyor, kanımıza dokunmuyorsa, yokluğumuzla varlığımızın bir farkı kalmamış demektir.
Geçmişte kurduğumuz büyük devletler, vatandaşlarına büyük değer vererek o durumlara gelmişlerdir. O devirleri yazan tarihçiler, tüm dünyadaki köle pazarlarında, köle ticaretinin en yaygın olduğu yerlerde dahi, Türklerin köle olarak alınıp, satılamadığını yazarlar.
İnsanlarımızın birbirine karşı duyduğu saygı, sevgi azalmaya başladığında, diğergamlık kaybolmaya yüz tuttuğunda, “nemelazımcı” insan çoğaldığında, “Herkes birbirinin ayıbını örtmez” olduğunda, toplumda tutkunluk zayıflamış, o büyük devletler de yıkılmıştır.
Ama o tutkunluğu, sevgi, saygı ve kardeşlik ortamını her zaman yine de devlet otoritesi sağlamıştır. O büyük devletler, bu değerleri halka öğretecek öncülerin, manevi dinamiklerin yetişmesine ortam ve imkan hazırlamış, onları korumuş, desteklemiş, onların yıpratılmasına izin vermemiştir. Hz. Mevlana da onlardan biridir. Allah’a emanet olunuz.