Oldukça serttir başlangıçta anlatılan her şey…
Bir taşınma anı… Kamyonetteyiz… Kamyonette şoför, küçük bir çocuk, bir kadın, anne ve baba vardır.
Baba Nejat ‘köy’ kelimesi geçince ağlamaya başlayan anneyi, Hümeyra’yı dövmeye başlar. Bir yandan anne; ‘ vurma nejat yeter yeter nejat yeter vurma nejat yeter özür dilerim nejat yeter vurma nejat vurma vurma çocuk kötü etkilenecek nejat vurma vurma rezil oluyoruz vurma nejat vurma’, diğer yandan şoför; ‘vurma lan kadına manyak mısın psikopat mısın, hayvan herif, kendinden geçti kadın suratı kan içinde vurma artık kadına’ dese de Nejat, karısı Hümeyra’yı dövmeye devam eder. Kadın bayılır. Nihayet taşındıkları eve varırlar. Nejat, karısı Hümeyra’yı kucağına alır, şoför de çocuğu teselli etmektedir bu esnada. (Nejat’ın baygın vaziyetteki karısını kucağında taşıdığı sahne anlatıcı çocuk olan Mustafa Cem’in karısıyla balayına gittiği İtalya’da gördüğü Pieta heykelinde Hz. İsa’nın annesi Meryem’in kucağında yattığı sahneye göndermede bulunulur kapaktaki resimle.)
Biraz geriye dönelim, her şeyin başladığı güne, güzel günlere… Fatih evlendirme dairesinin önünde az önce arabadaki sahnenin bir benzeri. Nejat, Hümeyra’yı kucağına almış, önce üç aylık zevk ü sefa, sonra kahr u ızdıraba doğru yürümektedir. Hayatta her şey zıttıyla mukimdir ve klasik Türk kurgusunu imler son cümle. Her şey güzel başlar, her şey yerli yerindedir. Bu topraklarda yaşayanlar; güzel başlayan filmlerin, romanların biraz sonra olacaklarla bozulacağını ve hatta ne kadar çok güzellik yansıtılıyorsa o kadar çok kötülüğe şahit olunacağını tahmin eder. Bu değişmez bir yazgıdır bizim için…
Cicim aylarından sonra… Baba Nejat; ‘yavrum bak ne kadar gudubet olduğunu çocuk bile anlamış, annem neden hiç gülmüyor diyor.’ Bu esnada çocuk içinden düşünmektedir; ‘ baba beni bıçaklama, istemeden doğdum. baba her şeye rağmen beyaz tebessümünü seviyorum. Kirpi gibisin anneciğim, yaklaştıkça dikenlerin batıyor. Yılan gibisin babacığım, neremi uzatsam dilinle sokuyorsun.’ Bunlar hep olacakların habercisi cümleler.
Tekrar taşınma gününe dönelim. Taşındıkları ev çok kötü kokmaktadır, eski ve bakımsızdır. Evle birlikte yaşam standartları da değişmiştir ailede. Nejat işe artık takım elbiseyle gidip gelen biri değildir; eli isli üstü başı kir pas içindedir. Evde bir de yaşlı bir adam yer yatağında yatmaktadır, hastadır ve sık sık altına yapmaktadır. Halbuki bu adam vakti zamanında…(? okuyacaklara haksızlık etmeyelim) Evdeki günleri çocuktan, Mustafa Cem’den dinleyelim yine; ‘akşam çökmüş oluyordu ve azap melekleri gibi hançerli, kırbaçlı, alev kılıçlı babam eve geliyor ve diliyle beni ve annemi uf yapıyordu.’
Anne ile baba birbirlerinden ölesiye tiksinirken ve nefret ederken çocuk aradan sıyrılıyor muydu peki, ne gezer(!); ‘ baba diyordum, efendim karı kılıklı diyordu. anne diyordum, söyle erkek müsveddesi diyordu. Matematik bir keskinlikle hesaplıyorlardı kalbimi nasıl rendeleyeceklerini, güldüğümde saldırıyorlardı, gülme diyorlardı, ağladığımda saldırıyorlardı, ağlama diyorlardı, kollarını kaldırıp kükreyerek üstüme koşuyorlardı…’
Günler keder içinde geçip gitmektedir. Küçük çocuk Mustafa Cem’in acıları katlandıkça katlanmış, sabrı taşmaya başlamıştır; ‘allahım acılarım çok fazla, beni neden yarattın, her şey canımı çok yakıyor, kalbim kavruluyor allahım demek zorunda kalmadan intihar etmeye böyle karar verdim ve bir gün bunu yapacağım, annemle babamı öldürüp gömdüğüm yere gidip bileklerimi keseceğim ve zavallı karımla cennet kuşu yavrumu hatırlayacağım ve akrep dostlarımı gözümün önüne getirerek son nefesimi vermeyi bekleyeceğim.’
&&&
Sevgili okur, ne olup bittiğini, neyle karşı karşıya kaldığını anlamlandırma çabasındasın; ‘böyle köşe yazısı, kitap değerlendirme yahut eleştiri yazısı girişi olur mu?’ diye içinden geçiriyorsun belki de. Ardından da ‘yazıyı hiç mi kontrol etmemiş Yusuf Alpaslan Özdemir, koyu kısımlarda büyük harf kullanımı-noktalama vs. hak getire’ diye hayıflanıyorsun belki de…
Hepsini izah edeceğim.
&&&
Bugün genç yazar Kadir Daniş’in Ketebe etiketiyle çıkan ‘Yeryüzü Blues’ isimli 204 sayfalık romanından bahsedeceğim.
Kurgunun sağlam ve sürükleyici, karakterlerin çok başarılı bir şekilde işlendiğini göstermek adına kitaptan bolca alıntı yaparak romanın çekirdeğini, ana meselesini, merak unsurlarını hissettirmeye çalıştım. Eğer bu şekilde bir giriş yapmayıp klasik tarzda bir özetlemeyle başlasaydım yazıma hem romana, hem genç yazar Kadir Daniş’e; hem de görevlerinden biri de çağrışım ve ilham uyandırmak olan eleştiri sanatına haksızlık etmiş olurdum.
Büyük harf kullanmama ve noktalama işaretleri mevzuuna gelince… Kadir Daniş’in noktalama ve küçük harf kullanma tutumuna sadık kalarak aynen aktardım cümlelerini. Daniş’in romancılığındaki farklı arayışlar ve denemeler ‘Yeryüzü Blues’te de devam ediyor. Kitap muhafazakar bir yayınevinden çıkmış ve öncelikle bu kesime hitap ediyor görünse de ‘argo ve cinsellik’ dikkat çekiyor romanda, dozajı oldukça düşük tutulsa da. Sözüm Kadir Daniş’e değil ama öncesinde Hece Öykü’deki Selahattin Demirtaş güzellemesi, sonra Aykut Ertuğrul, Güray Süngü, Necip Tosun gibi isimlerle daha bir belirginleşen klişe muhafazakar anlatım ve konuları ile davranışlarının dışına çıkılması alt zeminde belli düşüncelerin yattığı algısı yaratıyor bizlerde yayınevi politikası ve çizgisine, gelecek planlarına dair. Tabi yanlış düşünüyor olabilirim bu konuda. Neyse geçelim…
&&&
Bir romanın sadece bir roman olmadığı, ilmi konularda da ve belki çok daha etkileyici bir şekilde okura doneler sunduğu hepimizin malumu. Dönemin sosyal ve kültürel yaşamına dair tarihi anlatı ve bilgileri geleceğe taşıma noktasında kaynaklık etme yanında, çağın değişim macerasına bağlı olarak edebiyattaki değişimi takip etmek için roman türü bambaşka bir önemde. Dil ve üslup, teknik ve akımlar, konulardaki değişim ve yenilikleri yakalayamayan, eskinin klişeleşmiş jargonlarıyla ayakta durmaya çalışan romancılar kısıtlı bir çevreye hitap etmeye razı olacaklar ya da unutulup gidecekler. Odaklanmanın güçleştiği, duyu organlarımızın dört bir yandan çepeçevre sarıldığı, dikkati dağıtan objelerin arttığı, ‘yazı’nın Netflixlerle, sosyal medyayla, dijitalle savaştığı bir çağda dikkat çekmenin ve yazılanları okutmaya devam etmenin şekli şemali de değişecektir doğal olarak. Kadir Daniş bu konuda cesur adımlar atıyor kanaatimce. Gerçeklikten ve inandırıcılıktan uzak, hata yapmayan, tek boyutlu insanları anlatma klişesini tercih etmiyor, diğer yandan, okumayı güçleştirdiğine inandığım bazı dilbilgisi tabularını yıkıyor, son olarak da 200 sayfalık bir kitabı okuma sabrını, dozajı iyi ayarlanmış bir kurguyla diri tutmayı başarıyor.
Kadir Daniş okuyucuyu şaşırtma amacı taşımış sürekli ve bunun da üstesinden gelmiş. Kadını, ardından erkeği, ablayı suçlu görüyor okur, fakat ilerleyen bölümlerde tam manasıyla ‘yaptım ama bir sor hele, niye yaptım?’ durumu yaşanıyor. Karı kocanın sitemleri, kederleri üst perdeden yansıtılıyor. Hemen burada şu soruyu sormam gerekiyor: Bir kadının yaşadığı güçlüklerin onun ahlaki büyük ödünler vermesine sebep olması, bir pes etme hali var romanda. Daniş, hakikaten büyük zorluklar yaşayan, evin temel direği olan ablanın içinde bulunduğu ruh halini daha etkili biçimde vermeye çalışmış, vermiş de. Fakat böylesine güçlü bir kadının seçtiği yol sağlam ve güçlü duruşu, kişiliğiyle çelişmiyor mu, farklı bir şekilde vurgulanamaz mıydı olan biten?
Tansiyonun hiç düşmediği ‘Yeryüzü Blues’ta sonlara yaklaştıkça kalan sayfaların hacminin verdiği hisse bakarak ‘çok az sayfa kaldı, yazar nasıl bağlayacak, inşallah finali geçiştirivermez’ diye içinizden geçirmeye başlıyorsunuz ve Kadir Daniş korktuğumuz gibi yapmıyor, romanın devamının geleceğini muştuluyor okura.
Şimdi sormak zamanıdır: ‘Nejat ve Hümeyra nasıl tanışmışlar, nasıl evlenmişler, aileleri ne iş yaparmış, üç aydan sonra ne olmuş da karı koca ölesiye birbirlerinden nefret eder hale gelmişler? Evdeki yaşlı adam kim, hastalığı ne, bu hasta ve yaşlı adama çok kötü davranmakta haklılar mı?, Mustafa Cem neden anne ve babasından devamlı olarak dayak yiyor, 30 yaşına geldiğinde intihar edeceğini neden tekrarlayıp duruyor, intihar edecek mi gerçekten? Yaşanan acı ve kederlerin, problemlerin kaynağı evdeki yaşlı adam mı/baba mı, değilse ne?’ gibi sorularla beraber yaşama aktarabileceğimiz tezlerini, yukarıda bahsettiğimiz dil ve üslup değişimini görmek için bir merak uyandırdı mı bu yazı sizde, cevabınız evetse yazımız da amacına ulaşmış demektir, o halde ne mutlu bize…