Bazı sevgilerin gönüllerde varlığını sürdürmesi çok kıymetlidir. Dile düşmeyen, bir muhabbete meze olmayan, ayaküstü lakırdıların vücut buluşuyla mevcudiyetinden haberdar olamayacağımız ve nazar edemeyeceğimiz türden sevgiler. Gireceği gönlü bilip o gönülde nasıl kalacağını gönlün sahibine de iyice belleten bir sevgiden bahsediyorum; kitap sevgisinden…
Onun bulunduğu ortamda yanına yakışmayacak hiçbir şey yoktur ve olmamalıdır da. Muhabbetten, samimiyetten, mütevazılıktan ve ağır başlılıktan gayrısı ona zül gelir. Alışık olmadığı, içine sindiremeyeceği bir söylemi ya da eylemi görüp işitmesi bulunduğu yerden hızlıca uzaklaşmasına yeter sebeptir. Muhatabından, bir ev sahibinin misafirine azami düzeyde gösterdiği ve gösterebileceği sıcaklığı aracısız bekler. Zira aynı sıcaklıkla mukabelede bulunmak ister. Sevginin ilgiye, ilginin bilgiye, bilginin de vermeye dönüştüğü muazzam döngünün kurgusunu oluşturan ve daim kalması için ter akıtan, dirsek çürüten de ta kendisidir.
Zannımca bu denli eşsiz duruşu amasız, fakatsız, nedensiz ve sebepsiz sahiplenmek, koruyup kollamak gerek. Kendimiz için bunu yapmamız lazım. Geçmişi hakkıyla yad etmemiz, anı olması gerektiği gibi yaşamamız ve geleceğe candan ciğerden göz kırpabilmemiz için ona ihtimam göstermemiz icap eder. Yokluğu yok etmeyi göze aldıysak onun gölgesinde soluklanıp çatısı altında tefekkürü adet edinmenin hakkını verenlerden olmaya gayret edelim. Popülizme hizmet edercesine birkaç kitabı tozlu raflara yerleştirdikten sonra eşin dostun gözüne girsin, fiyakalı sıfatlar benim göbek adım olsun zırvalarıyla bir adım öne çıkmaya çalışmayalım. Ben buradayım haykırışının aracı kitap olursa amaca varış hep rötarlı olacaktır ya da o amaca hiç varılamayacaktır şeklindeki cümlenin sahiciliğine meftun olalım.
Elbette bu gönül sızısını önemsizleştirmeye, yok saymaya çalışan bir güruh hep vardı bundan sonra da olmaya devam edecek. Ama biz bu çıkıntıların gönle takılıp sızıyı parçalamalarına müsaade etmeyeceğiz. ‘Kitaba para verilir mi?’, ‘Alim mi olacaksın?’ minvalindeki lağım çukurundan fırlayıp kulağımıza hücum eden cümlelere kulağımızı tıkayıp üstüne bir de sifon çekeceğiz. Onlar lüks evlerinde kitabı şöminelerine atıp evlerini ısıtmaya çalışacak, biz o kitabı okuyup medeniyetin temellerini atmaya ve insanlığın zihnini diri tutmaya gayret edeceğiz. Birileri uyaroğlu olmak için kitabın sayfalarını usul usul çevirecek biz onların fırıldaklarını ortaya çıkarmak için hızlı hareket edeceğiz. Kitaba ayrılmış olan kalemin içindeki mürekkebi isimlerinin önündeki unvanlarını belirtmeye ayıracaklar biz ise ‘Makam, mevki, unvan; bunların hepsi cekettir. Ceketi asar bir yere gideriz. Arkamızda sadece insanlığımız kalır ve öldüğümüzde sadece çıplaklığımızı götürebiliriz bu dünyadan.’ şeklindeki vakur duruşa eyvallah deyip Doğan Cüceloğlu’nu hatırlayacağız.
Mevzu çetin, dert mühim. Kitap okuma alışkanlığını ısrarla belirli bir yaş grubunun üstüne boca etmeye çalışıp genele yaymazsak majör problemlerin çözümleri görünmez dağların ardında kalmaya devam edecek. Kitapla beraber düşünebilmeyi, fikir edinmeyi ve inisiyatif alıp yol yürümeyi etkili ve yetkili isimlere bırakmaya devam edersek, halkın düz ifadesiyle her şeyi devletten beklersek çıkmaz sokaktaki geriye doğru atılan her adımı ileriye atılmış pek kıymetli adımmış gibi altın tepside sunmayı bırakamayacağız.
Bilmem arz edebildim mi?