TARİHE YOLCULUK (90)
- Delibaş’a “-Sen paşada olursun, beyde, sende bu cesaret olduktan sonra.. Gel şu Konya’yı bas. Konya’yı alırsan dünyayı alırsın” şeklinde telkinler yapılıyordu.”
“Ara sıra Konya’ya gelen Delibaş, maiyetiyle Müdafi Hukuk Cemiyeti tarafından ağırlanıyor, uğurlanıyordu. Bir defasında da gayet gülünç bir hadise zuhur etmişti. O sırada Konya’ya gelen ve cepheye gönderilen müfrezeler muzika ile teşyi ediliyordu. Delibaş, “Konya’ya geleceğim” diye haber salmıştı. Sanayi Mektebi Muzikası hazırlanmış; karşılamak üzere gönderilmişti. Tesadüf bu ya yanlış istikamete giden mızıka müfrezeyi bulamamış, Delibaş ta pür hiddet şehre girmişti.
“-Bir yanlışlık oldu ağa. Mızıka vallahi de billahi de karşılamaya çıktı. Siz aksi yoldan gelmişsiniz. Kusura bakmayın, tekrar şehrin dışına çıkın. Biz yeni baştan seni karşılayalım.” demiş, bu işe aklı yaran Delibaş, atına atlıyarak Şakalağın Köprüye gitmiş, mızıka da oradan istikbal etmişti.
Ova köylerinin ağası Delibaş, şuradan buradan topladığı bir alay başıbozukla, bir kuvvet olarak, her an kalplere ürperti veriyordu.
Böyle müsellah bir kuvvetin elini kolunu sallaya sallaya gezmesi, harp içindeki bir memlekette, elbette halkı da, idare adamlarını da düşündürüyordu.
İstanbul’un emri, hatta tazyiki altında bulunan birkaç kişi, Delibaş’ı davet etmekte gecikmemişlerdi. Bir akşam sofrasında ikide bir sitem ediliyordu:
-Sen Konya’nın da ağasısın gayri. Bizleri unuttun. Şimdi Vali ile düşüp kalkıyorsun.
-Ulen ağa, Milli’ciler İttihatçıların bakayasıdır. İttihatçıların dünya ve ahirette yeri yoktur. Nasıl oldu da sen bunların içlerine girdin. Senin gibi mert ve Müslüman adama doğrusu acıyoruz.
-Ağa biliyor musun, Halife ordusu geliyormuş. Etme eyleme, sen de Padişah efendimizin tarafına geçiver.
Mütemadiyen israr ve telkin Deli’nin beynini allak bullak etmişti. Nihayet dayanamadı:
-Ülen gidiler, içinizde hiç akıllı uslu yok. Samimi olduğunuza da inanmıyorum amma.. Telâşlanmayın beni kendi halime bırakın…” demişti.
Delibaş’ı iknaa çalışanlar en azdan Delibaş kadar saf ve cahil kimselerdi. “Bizim tarafa geç!” derken şüphesiz halife-i ruy i zemin olan padişah ve onun düşmanla adeta işbirliği etmiş avenesini kastediyorlardı. Bu avene, bu kadar vatansız, imansız mıydı? Belki de değildi. Belki de Padişah Vahdeddin’in içi yanıyordu. Fakat, bir nifak girmişti memlekete… Meşrutiyetten beri fırkalar adeta birbirini yiyordu. Anadolu ile İstanbul’un arası açılmıştı. İki tarafta davasını haklı göstermek istiyordu. Fakat, hak, Anadolu’da galip gelmişti. Akıl ve iz’an vardı. Düşman memleketi istilâ ederken ilk kurşun milletin içinden patlamış, millî irade ve millî azim Mustafa Kemal’in liderliğinde inkişaf etmiş, serpilmişti.
Gelelim düşman parmağı vardı her tarafta; cahil halktan bir kısım fetva ile propaganda ile aldatılıyor, hatta Anadolu’yu istilâya yeltenen düşman ordusuna: “Halife ordusu geliyor, korkmayın…” deniyordu.
Bu, memleketin her köşesinde böyleydi. Zavallı saf, üçbeş kişinin kendileri gibi, saf bir köylü olan Delibaş’a “-Sen paşada olursun, beyde, sende bu cesaret olduktan sonra.. Gel şu Konya’yı bas. Konya’yı alırsan dünyayı alırsın” şeklindeki telkinleri onun asla ve asla ileriyi göremeyen hadiseleri kavrayamıyan akıl ve mantığın bu yola çekebilirdi. Nitekim öyle de oldu.
Koskoca bir vilâyet merkezi üç - beş yüz kişi ile basılabilir miydi? Bu şehrin Valisi, Emniyeti, Jandarması yok muydu? Bunu düşünen kimdi ki…” (Kaynak: Mehmet Önder, Milli Mücadelede Konya, Delibaş Hadisesi, Yeni Kitap Basımevi- 1953.)
YARIN: Delibaş’a Binbaşılık tevcihi…