Dünümüz bugünümüze uymadığı gibi, bugünümüz de yarınımızla uymayacak. Parçalanmış ruh dünyaları, korkular ve abartılı hassasiyetlerin esir aldığı dış dünya ile buluşunca hergünü ayrı tonda, inişli çıkışlı, sürprizlerle yaşıyoruz. Batılı ülkeler sürprizlerden nefret ederler. Sistematik düşüncenin beşiğinden diğer türlüsünü beklemek abes olurdu zaten.
Dün bir yerde okudum, “Avrupalı uzun uzun vadeli planlar yapar derlerdi, bugün anladım, meğer bir planın parçasıymışız.” Bayrak meselesini takiben Musul’da patlak veren yeni kriz hakkında düşüncesini samimi bir şekilde belirtmiş vatandaş. Bana kalırsa sıradan vatandaşta açığa çıkan böyle bir duygusal infialin, devlet kademelerinde de başka şekillerde yaşanmadığına dair bir şey denemez. Bir dumur vaziyeti bütün memleketi sarmış durumda.
Tansiyonun düşmesine bir an bile müsade yok. Holywood’un film şirketlerinde senaryoyu onaydan geçirdiğinizde pat diye filme çekemiyorsun. Üç beş aşamadan geçmesi lazım. Buna parlatma diyorlar. Tansiyonu, patlama noktalarını ayarlıyorlar, bir denge kuruyorlar metin üzerinde. Çünkü hikâyen neyi anlatırsa anlatsın devamlı ilgi odağı olman çok güç. Özel bir müdahale istiyor. Türkiye, parlatılmış senaryoları kıskandıracak realite akışıyla tam sürat ilerliyor. Bu arada içinde memleketi ve halkı için en ufak bir endişe taşıyan kim varsa yüreği ağzında. Barışa götüren yolu açmak için, herkesin önündeki taşı eğilip kaldırması gerekiyor. Ne var ki ülkenin sosyolojisinden kaynaklı dezavantajlı durumlar tarafların birbirlerine karşı koz olarak kullanmalarına, sorumluluklarını diğerine ihale etmelerine fırsat tanıyor.
Büyük ayrışmaların yaşandığı süreçlerde derin yarılmalar da gerçekleşir. Gerçeklerin bedeli ise her zamankinden ağır ödenir. Muhafazâkarlığı bir yaşam biçimi olarak benimsemiş hatırı sayılır bir kitle var Türkiye’de. Hatta bu kitle, birbirinden farklı hayat tarzlarını ifade eden taraflar arasında da oranlı biçimde dağılmış görünüyor. Yani muhafazakârla olmayan arasında bir çekişme yok sanıldığının aksine. Ama mevzum bu değil, derin muhafazakârlığın değişmez retoriği: demagoji.
Halk ve gütmek kelimelerinden türetilmiş bir kavram. TDK Türkçe sözlüğünde anlamına laf cambazlığı demiş geçiştirmiş. Toplumun “isteklerine, önyargılarına ve korkularına dayalı olarak yapılan siyaset ve destek arayışı”na deniyor demagoji. Toplum isteklerini, başkalarına sağlanacak özgürlüklere geliştirdiği önyargılar ve korkuları yüzünden bastırabilir, ya da daha kolay ve bencil olana meyledip tamamıyla önyargı ve korkular üzerinden taleplerini oluşturabilir. Tedavülden düşmeyecek bir siyaset malzemesi... Halkın taleplerinin bu mantıkla oluşması barışa katkı sağlar mı sizce?
Bunu yıkmak siyasetçinin görevi. İnsanlar neyi talep ettiklerini en doğru şekilde bilmeli. Bugün “rational ignorance” denen bir kavram var. Yani öğrenilmiş cahillik... Demagoji için belki mükemmel bir fırsat sağlıyor, ancak sistemli bir demokrasi, özgürlükçü çoğul bir toplum için öyle olmuyor. Ayrıca demokratikleşme çağrıları ve vaatleri başka politikaların demagojisi olabilir mi? Düşünülsün.