Deniz…

Erol Sunat

Hz. Mevlâna, zamanımızdan sekiz yüz yıl önce “Hoşgörüde deniz gibi ol” demiş anlayana, anlamak isteyene, cümle insanlığa…

Deniz gibi olmak kolay mı?

Keşke demek yeterli değil…

Öncelikle sevgi dolu olmak gerek.

Sevgiyle yaklaşmak gerek.

Sevgi olmadan nasıl hoşgörülü olunacak?

Denizi seveceksiniz önce…

Sonra deniz gibi olmayı…

Değilse nasıl serinler, nasıl ferahlar, nasıl huzur bulur gönüller?

Denize ilk giren önce ürperir, korkar ne kadar derin ne kadar serin diye düşünür…

Sonra bir alıştı mı, gel deseniz gelmez, bağırsanız duymaz!

Deniz dalgasız olmaz diyen Ozan, dalgadan çıkmış yola, inmiş sonrasında denizin derinliklerine…

Derinlik yüzeyden geçmeye, sığ kalmaya, sığ durmaya gelir mi?

Gelmez!

Sığ bakan, sığ konuşan, gerçeklere sığ yaklaşan ne bilsin denizi!

Ne bilsin derinliği?

Ne bilsin derinliğin denizin gerçek anlamı ve manası olduğunu…

Deniz bu….

Çay değil, dere değil, akarsu değil…

Fırat gibi, Dicle gibi nehir değil…

Daha bir başka…

Deniz uçsuz bucaksız haliyle, düşünenleri alır götürür hakikatlere…

Denizin içinde o kocaman sanılan gemiler ceviz kabuğuna benzer….

Deniz dengedir, dengenin özüdür. Denge arayanı, denge üzerine ahkam keseni bindirin bir sandala bırakın denizin tam ortasına, görsün denge neymiş, neye denirmiş?

*****

Taşın altına el koyma muhabbetlerine doyamayanlarını da alıp getirin denize…Hele yüzme de bilmiyorlarsa yandı gülüm keten helva derdi eskiler!

Çünkü deniz aynı zamanda mihenk taşına benzer,

Dünyada birçok şeyin emanet olduğunu bilmeyeni, bilmek istemeyeni de koyun bir sala, bırakın denizin tam ortasına…

Anlar belki, salın emanet, küreğin emanet, canın emanet olduğunu!

Neyin varsa emanet, dalgalar dağ gibi kıyamet mi kıyamet!

Ya deniz?

Üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye’mizde nerede deniz, hani nerede diye sorulabilir mi?

Bizim meselemiz, ulaşamadığımız, gidemediğimiz, yanına varamadığımız, ancak uzaklardan baktığımız seyrettiğimiz denizler.

Yok canım, o kadar da değil diyebilirsiniz. Yine de gitmek var, gidememek var. Şimdi uzaklardan bakan ben oldum demek var.

Aslına bakarsanız her yer deniz….

Limanlarımız var, koylarımız var, iskelelerimiz var, adalarımız var!

Deniz biter kara görünür denmiş ya hani…

Oysa, hoşgörü olmadan ne deniz biter ne de kara görünür…

Karanın alameti olan Martılar bile uğramaz yanınıza, yakınınıza…

*****

Hoşgörüde deniz gibi olmak denen o güzelliğin, o erdemin neresindeyiz?

Hoşgörü dilimizde lakin, kalbimiz ne alemde?

Oysa, dili ve kalbi bir olmanın neresinde olduğumuzun göstergesidir deniz?

Hoşgörünün nişanesidir!

Deniz gibi olmak, örtücü olmak, bağışlayıcı olmak, o maviliklerde kaybolmak, ulvi ve yüce düşüncelere dalıp gitmek, hoşgörüde elleri buluşturmak deniz için olmazsa olmazların arasındadır…

Denizin kıyısına kadar gidip gelmek diye bir tabir vardı.

Değil denize açılmak, denizin kıyısına kadar gitmeye gönlümüz yok!

Hoşgörüyü kendi kendine budadığını zannedenler, Nasreddin Hoca misali, kanadını gagasını keserek şimdi bir kuşa benzedin iddiasında bulunanlar, kendi kendilerini budadıklarını bir bilebilselerdi.

Hoşgörü denizinde olup da içinde bulunduğu denizin farkında olmayanlara ne demişti büyük divan şairlerinden Hayali?

“Cihân-ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler / Ol mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler”

“Dünyayı süsleyip bezeyen Allah, yarattıklarında tecelli etmiştir, eserlerinde sıfatları aşikârdır amma insanlar farkında değildir. Tıpkı denizdeki balıkların denizin farkında olmamaları gibi.”

Denizin farkında olmak denen bakış açısının neresinde olduğumuzu merak dahi etmiyoruz.

Denizin farkında olmayanın hoşgörüyle de işi olmuyor.

Laf ola beri gele atılan adımlarla da hoşgörülü olmak lafta kalıyor.

*****

Deniz kitap olsa, her sayfası da dalga…

Satırlar alıp götürse okuyanları değişik limanlara…

Deniz kitap gibi olabilir mi?

Mecaz denen sanat işin içinde olduktan sonra, deniz okunmamış, basılmamış, tek bir sayfası dahi açılmamış, ha bugün, ha yarın denmiş ötelendikçe ötelenmiş kitap haline gelebilir mi?

Hiç şüpheniz olmasın, hatta neden olmasın…

Bizde bu hasetlikler, bu fesatlıklar, bu kıskançlıklar, bu çekememezlikler, bu sen-ben, öteki-beriki hikayeleri olduktan sonra, hoşgörüde deniz gibi olmayı istemeyenleri koyduğunuz terazinin kefesini tutan zincirler dağılır, kantarın topuzu kaçar maazallah!

Ah hoşgörü ah!

Sen baştanbaşa deniz kesilmişsin lakin, bizim haberimiz yok!

Biz “Denize, denize, deniz bizim nemize” deyip yürüyoruz sahillerde…

Hoşgörüyle aramız yok, bir küs bir barışık, iplere unlar serme derdindeyiz, hemen her gün.

Deniz gibi olacağız olmasına da dur bakalım, acelem yok, pek tabi ki düşünüyorum havalarında bazen patinaj yaparak, bazen yerinde sayarak, bazen de denizi ıskalamak gibi bir gayretin içinde bu işe hiç mi hiç niyetimiz olmadığını her vesileyle göstermeye çalışıyoruz.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.