Ülkemde oldukça ciddi bir deprem oldu. Sonuçlar ortada. Büyük yıkımlar, tahribatlar, ulaşımda zorluklar; su ve temiz gıdaya ulaşmada sıkıntılar ve sağlık sorunları. Saymakla bitmez.
Depremleri insan yönetmiyor. Dünyanın kendi olgunlaşma seyri ve döngüsü içerisinde meydana gelen tabii bir olay olmasına rağmen, şiddetinden dolayı çevresel değişimler insanları etkiliyor. Bu nedenle de üzerinde durulması gereken konu, herhangi bir sebeple de olsa, bir şekilde mağdur kalan insanın ilk ihtiyacı su ve gıda ihtiyacını karşılamak olmaktadır. Bu da bir kere daha suyun ve gıda kaynaklarının önemini bir kere daha ortaya koymaktadır.
Doğal afetlerin bitkisel ve hayvansal üretime direk etkileri vardır. Doğal afetler genellikle içme ve sulama amaçlı kullanılan su kaynaklarının zarar görmesine yol açar. Afetlerin çevresel etkileri doğrudan ve dolaylı olarak sınıflandırılabilir. Doğrudan çevresel zarar, fiili afet olayında ortaya çıkan, toprak veya bitki örtüsü kaybı ve düşük kalite ve su miktarı gibi çevresel varlıkların miktar ve kalitesindeki değişikliklerden kaynaklanmaktadır.
Dolaylı hasarlar, çevresel malların akışındaki değişikliklerden ve felaketten kaynaklanan zararlardan kaynaklanan hizmetlerden oluşur. Bunlardan biri de yeraltı su kaynaklarının yön değiştirmesidir. Yakın zamanda olan depremle bir arkadaşım köyünün hemen yakınında doğan kaynak suyunun deprem sonrası birden kesildiğini söyledi.
Ülkem maalesef küresel ısınma ve kuraklıktan etkilenen bir yerde olması yanında, deprem kuşağında da yer alması ile de bu ülkede yaşama riskini hayli yüksek diyebiliriz. Yani bu ülkede yaşamanın maddi riski yüksek oluyor. Bu bakımdan öncelik gıda için temiz suya ve üretime öncelik verilmelidir.
Bunu için tarım ile alakalı olarak yapılması gereken işler iyice artmıştır. Deprem sonrası 5 milyon civarında insanın geçici de olsa başka yörelere göçeceği tahmin edilmektedir. Bu dâhili göçmenler diyebileceğimiz insanlar bir süre üretim dışı kalacak, sadece tüketici konumunda olacaktır. Bu da tüketimin artması, kısmen de israf olması demektir. İstense de, istenmese de bu durumu herkesin ve her kesimin kabullenmesi gereken bir konudur. Bu bakımdan tarımsal üretim üzerinde ciddi ve uzun vadeli politikalar uygulanmalıdır.
Depremler savaşlar gibidir. Hele de böylesine 15 milyonun şiddetle etkilendiği bir olayda yağmacı, soyguncu, soysuz ve hırsızların çok olacağı çoğunluğu bunlardan olan yeni zenginler türeyecektir. Bu zenginler her alanda fiyat oynamaları ile hem üretimimizi ve hem de ekonomimizi zorlayacaktır. Bir de buna iktidar değişikliği eklenirse vay halimize. Muhalefetin iktidar olacağını düşünemem ancak İktidar da elini çabuk tutmalı, tedbirleri de sıkı almalıdır.
Yapılması gerekenlerin, yani üretimi artırmanın başında iklimin müsait olduğu andan itibaren, yazlık ekime girmelidir. Yazlık üretimde sulu-susuz tüm alanlar üretime açılmalıdır. Hiç değilse 1 senelik bu sıkı tedbirler önümüzdeki dönemi olduğu gibi gelecek seneye de rahatlatacaktır.
Muhalefetin deprem öncesinde dahi ekonomiden vurmaya çalıştığı bir dönemde bir de gıda arzında daralmadan dolayı yetersizliklere vatandaşımızın tahammülü olmayabilir. Ülkemin kaynakları bu yükün altından kalkacak seviyede olsa da kuraklık ve depremler gibi elde olmayanlar işimizi zorlaştırabilir. Bu bakımdan elimiz çabuk tutmalı, üretimi artırmak için gerekirse destekleri artırmalı ya da temel gıda ürünlerinde alım fiyatlarını şimdiden belirlemeliyiz.
Tarımsal üretim-deprem bağlantısında, işin içinde başka konularda yok değil. Bu tür felaketlerin çevre ve toplum üzerindeki fiziki etkilerinin telafisi en fazla birkaç yıl sürebiliyor, ancak insan psikolojisi ve ruhuna etkileri pek de öyle kolay geçmiyor. Dengesiz, yalancı, vicdansız bir muhalefet ve de bunlara inanan bir kesim var. Bunların derdinin kalkınma, gelecek, ekonomi olmadığı artık biliniyor. Saçma muhalefete fırsat verilmemesi için ilk işimiz yeterli gıdaya ulaşmak olmalıdır.
Rabbim tüm ülkemi bu tür felaketlerden korusun, ancak akılsızlarda kendine gelsin, temennisiyle.