Yıllar önce bu şehir üzerine yapılan bir tespit vardı. Bu tespit, Konya deresinin kuşunu, Konya deresinin taşlarıyla başkalarının vurmasını seyreden bir şehir olmaktan neden kurtulamadığımız konusuydu!
Bu konu zaman zaman masaya yatırıldı.
Bir olalım, beraber olalım, bu işi birlikte yapalım, şehrimiz kazansın lafları, lafta kaldı. Şehir neye niyetlendiyse araya, arabozanlar, oyunbozanlar, karıştırıcılar, set çekenler, duvar örenler girdi, şehrin gelişmesi, markalaşması, kendine gelmesi sürekli engellendi.
Konya deresinin kuşunu, Konya deresinin taşıyla vur dediklerimizin, ayrıcalık tanıdıklarımızın sayısı her geçen gün daha da artıyor!
Falanca, filanca vurmasın da, kim vurursa vursun deyip, Konya’nın kuşlarını vuracak olanların eline Konya deresinin taşlarını vermekten çekinmeme hadisesi, bu şehre, tarımda, ticarette, sanayide, kültürde, turizmde sanatta, sanatkârlıkta, müzikte, güzel sanatlarda çok şey kaybettirdi.
Kırık kanatlarla uçmaya çalışan halimiz meydanda.
Kendimizden, kendi içimizden başarılı olanlara, başarısını ispat edenlere tahammülümüz yok!
O günlerde ellere verilen Konya taşlarıyla, Konya’nın kuşları birer birer vurulmaya başlanmıştı!
Bu iş alışkanlık yaptı ki, şimdi de sığınmacı Suriyeliler, Konya deresinin taşlarıyla, Konya deresinin kuşlarını vuruyorlar!
Biz ne mi yapıyoruz? Şunlar şunlar vurmasın da, kim vurursa vursun demenin derdinden hiç vazgeçmeden, aynen bildiğimiz yolda, bildiğimiz yanlışlarda koşmaya devam ediyoruz!
Bu problemin üstesinden nasıl gelineceğini, bu handikabın nasıl aşılacağını, yapılan yanlışların neler olduğunu gösterenler oldu. Ancak, kimse aldırmadığı gibi, parmağını dahi oynatmadı!
O yanlışları gösterenler, “Hak bildiğin, doğru bildiğin yolda, yalnız olsan da yürüyeceksin!” dediler ve yalnız yürüdüler.
Peşlerinden giden oldu mu? Olmadı!
Olmadığı gibi, haklarında, senaryolar çizildi, şu kadar süreleri kaldı diye ömür biçildi, dedikodulardan kuleler dizildi, tevatürler cirit attı, rivayetler ve hikayeler köşe-bucak anlatıldı!
Akrep etmez, dost görünenin, akrabanın, akrabaya, tanıdığa, dost bildiğine ettiğini dercesine, halen de devam eden ve ettirilen olaylar yaşandı.
O kadar tezvirat, o kadar karalama, o kadar dedikodu yapıldı da, ne oldu?
O yol gösterenlerden bazıları yürüdü gitti, şehirde ekonominin lokomotifi oldu! Her yıl ISO ilk 500’de, ilk ellide yer aldı. Diğerleri ISO ilk 500’de yerlerini aldılar. Bütün olumsuzluklara rağmen, marka olmayı, markalaşmayı ve bu şehre değer katmayı başardılar!
Konya deresinin kuşunu, Konya deresinin taşıyla vurmanın mümkün olabileceğini yıllardan beri anlatmaya ve göstermeye de, devam ediyorlar.
O yol gösterenlerin en başında, Konya Şeker ve 1999 yılından bugüne son yirmi yıldır, Konya Şeker’i Konya’nın ve Türkiye’nin seçkin bir markası haline getiren Recep Konuk geliyor!
BU İNAT, NEYİN İNADI, NEYİN KİNİ, NEYİN KİNDARLIĞI?
Konya, tarihiyle, kültürüyle, tarımıyla, sanayisiyle, karizmatik isimleriyle, ufku olan, ufuk zenginliği olan evlatlarıyla ve kurumlarıyla, dünya piyasalarında kendisine yer bulabilen, gurur duyulan hamleleriyle ses getiren bir şehir.
Basınımız keşke, birkaç taneyi geçmeyen, kendince flaş kelimeleri tekrarlayıp durmasa! Bunlardan biri, “sürpriz” kelimesi! Sürpriz atılım, sürpriz gelişme, sürpriz ziyaret, sürpriz çıkış, sürpriz açıklama….
Bu şehir sürprizleri geçeli çok oldu!
İnanın ortada sürpriz filan yok! Hayranlık uyandırmak var, hayranlık uyandırmak, keşke sonu imrenmekle biten gelişmelere sahne olabilseydi.
Biz imrenmek yerine kıskanıyoruz, hırslanıyoruz, haset ediyoruz, çekemiyoruz! Desteklemek yerine engellemek, başarılı olmasınlar diye elimizden geleni ardımıza koymamak gibi akıl almaz işler ve entrikalar peşindeyiz!
“Birlikte Konya’yız” dilimizde, yağlı karalar elimizde, oyun üstüne oyun peşindeyiz!
Battı, kurtulamaz, zor dayanır, bundan sonra ayakta kalamaz deyip, neredeyse zil takıp oynayacağız!
Bu şehirde hangi firma batarsa, şehir sallanır, ekonomi sarsıntı geçirir, çöker, şehrin feri söner. Anlamıyorlar, anlamak işlerine gelmiyor!
Bu inat, neyin inadı, neyin kini, neyin kindarlığı, bu anlayışsızlığa ne denir, bilen var mı?
Böyle olunca da, Konya deresinin kuşunu, Konya deresinin taşıyla, onlar vurmasında, varsın kim vurursa vursun diyerek, şehrin dinamiklerini felç ediyoruz!
İşte onun içindir ki, dünden bugüne, Konya deresinin kuşunu, Konya deresinin taşlarıyla vuran vurana!
UZAYAN KOL BİZDEN OLSUN DİYEMEYENLER, NEYİN DERDİNDE, NEYİN PEŞİNDELER?
Şehrimiz cesaretlendirilmek istiyor, yüreklendirilmek istiyor, heyecanlandırılmak istiyor.
Bu şehrin evlatlarında o cesarette var, o yürekte var, o heyecanda…
Lakin, yanındayız, arkandayız, seninleyiz diyenler samimi değiller!
Bu şehrin kaybı inanın bu yüzden!
Oysa bu şehrin vizyonunda, Recep Konuk var, Uğur İbrahim Altay var, Selçuk Öztürk var, Memiş Kütükçü var, Tahir Büyükhelvacı var.
Konya dışında, Konya’nın hamiliğini yapan, sesini duyuran, Ankara’da Valimiz Hakkı Teke var, İstanbul’da Kudret Fikirli Başkanımız var, İzmir’de Mehmet Aydoğan Başkanımız var!
İşin garibi, bu isimler dile getirildiğinde, dudak bükenler, yüzü değişenler, neşesi kaçanlar, beden dili hali ahvaline yansıyanlar var!
Uzayan kol bizden olsun diyemeyenler, neyin derdindeler, neyin peşindeler acaba?
Kimse bu şehirden büyük değil.
Kimse bu şehrin sahibi filan da değil!
Şehirlere sahip olma, her şeyden haberdar olma isteği ve arzusu bir hastalık olarak tarihin her döneminde yaşandı!
Bu hastalığı yüreğinin derinliklerinde hissedenler, hiçbir zaman galip gelemediler! Onların yaşadıkları hüsran, ne onları takip edenlere, nede onlardan sonra gelenlere ders oldu!
Dönemlerinde şehirler yaşanmaz hale geldi. İnsanlar umutsuzluktan hayata küstüler!
Bu şehre aşkla bağlı olanlar, kendinden fazla şehre hizmeti, şehre bir şeyler kazandırmayı ön planda tutanlar ise hiç unutulmadılar.
Selçuklunun en karışık, en karanlık, en talihsiz dönemlerinden birine damga vuran Emir Sadettin Köpek dönemi, Emir Sadettin’in Konya’ya ve saraya hakim olmak için, kanlı entrikalarını, karanlık taht oyunlarını sergilediği, Konya’ya cehennemi yaşattığı yılların hazin ve hüzün dolu izlerini taşır.
Tarih bir ibret vesikasıdır, ancak tarihten ibret alınmadığı için, bu ibretlik haller ve dönemler tekerrür etmeye devam ederken, en büyük yıkımı şehirlerin gördüğünü yazmak, yine tarihe kaldı!
“BENİM ŞEHRİM” İFADESİ, KEŞKE “BİZİM ŞEHRİMİZ” OLSAYDI!
Ne çektiysek sen-ben demekten, sizden-bizden demekten çektik ve zerrece ders almış, ders çıkarmış gibi de, görünmüyoruz!
Konya’nın sloganı haline getirilmeye çalışılan, “ Benim Şehrim” aidiyet, sahiplenmek, şehre ait olmak gibi düşünülmüş olabilir. Konya “Benim Şehrim” sözcüğünün dar kalıplarına sıkıştırılamaz!
Çünkü, Konya bizim şehrimiz! Hepimizin şehri! Aynen, bizim Anadolu, bizim toprağımız, bizim Türkiye’miz, bizim vatanımız, bizim bayrağımız diye hep beraber, hep birlikte sahiplendiğimiz gibi!