Yoksulluk ve açlık üzerine o kadar çok konuşuldu, o kadar çok tartışıldı, o kadar çok araştırmalar yapıldı ki, sanırsınız bu mesele çözüldü gitti.
Çözülecek inşallah diye-diye sonunda öyle bir kördüğüm oldu ki ne çözülüyor ne açılıyor ne kesiliyor. Her geçen gün düğümlere yeni düğümler eklenmeye devam.
Sonunda yoksulluk ve açlık, derinleşe-derinleşe ne mi oldu?
Derin yoksulluk!
Derin yoksulun kimsesi yok mu?
Var gibi mi görünüyor?
Varsa şayet…
Çıksın desin ki, ey derin yoksul, korkma, ben geldim, yanındayım, yanı başındayım…
Olmadığı içindir bu mesele, öylesine derinleşti ki, o derinliklerde, o derinliğin karanlık dehlizlerinde kayboldu yoksullar, aç kalanlar.
Kayboldu fakir-fukara, garip-guraba dediğimiz o garibanlar…
Açlık sınırı denilen o hazin sınırın altında neleri ve hangi hasletlerimizi kaybettiğimizi, unuttuğumuzu, hatırlayamadığımızı dile ve gündeme neden getiremediğimizi arada bir de olsa düşündüğünüz oluyor mu?
Temel beslenme, temel besin diye bayılıyoruz konuşmaya…
Lakin; temel beslenme bu dönemde hem kendini hem de anlamını kaybetti, bu arada yolunu da…
Temel beslenmede, temel besinlerde yok-yok!
Süt ve süt ürünleri var… Kuru baklagiller var…Sebze ve meyveler var…
Bu saydıklarımızın istisnasız hepsi her yerde var. Yalnız fiyat olarak yanlarına yaklaşılacak gibi değil.
Çünkü, temel besinleri alacak para yok…
Beyaz etin, özellikle kırmızı etin yanına yaklaşmak derin yoksulluk yaşayanlar için söz konusu mu?
Temelinden sarsıldı insanlar…
Sağını solunu göremez bir haldeler…
*****
Derin yoksulun başında barınma meselesi diye öyle bir mesele var ki, başlı başına bir facia…
İnsanların mevcut gelirlerinin çok üstüne çıkan kiralar almış başını giderken, insanlar kapı önüne konmuş durumdalar.
Ev sahibi-kiracısı ile davalı…Aralarındaki kira meselesi çözülecek gibi durmuyor. İstenen kira kiracının gelirinin çok üstünde…Bunu her iki tarafta bilmesine rağmen ya şu parayı ver ya da çık git evimden denmesi, kim haklı, kim daha haklı meselesini karmakarışık bir hale getirdi. Kimin halden anlamadığı konusu ise şamar oğlanına döndü. Tokatlayan tokatlayana…
Hani vicdan, hani merhamet, hani hoşgörü, hani anlayış diyenler kayıp!
Bu işler çözüme kavuşturulmalı diyenlerin sesleri çıkıyor çıkmasına da o kadar cılız, o kadar etkisiz ki, derin yoksulluk içinde olanlara dönüp de ne senin derdin, nedir senin şikâyetin diye soran dahi yok.
Derin yoksulluk, hemen her meseleyi derinleştirmiş ve felç etmiş durumda.
İnsanlar artık günübirlik yaşıyorlar…Günü kurtarma gibi bir telaşın içindeler.
O gün nasıl geçecek? Nasıl sona erecek?
O günde kaç açmazla, kaç imkansızlıkla, kaç olumsuzlukla mücadele edilecek?
O gün nasıl ve ne şekilde beslenilecek?
Derin yoksulluğun pençesinde olan insanlar, günde kaç öğün bir şeyler yiyebiliyorlar?
Cevap ne biliyor musunuz?
Bir!
Sabah kahvaltısı yok! Öğle yemeği arada bir…Akşama doğru birkaç lokma…Artık ne olursa…
Belki makarna, belki bir çorba, çoğu kez yavan ekmek, bazen de ekmeğin yanına katık olabilecek bir şeyler…
Çözüm ise; “-ecek” ve “-acak” arasında gidip gelmeye devam ediyor…
*****
Nerede uyuyacağı dahi mesele derin yoksulun…Ev yok, bark yok, ocak yok, destek yok, ne yapıyor, nasıl ve nerede yaşıyor diye arayan soran yok…
Derin yoksulluğun derinliğinde yok olmuş, mahvolmuş hayatlara yok mu dokunacak olan, yok mu dokunuş yapmayı düşünen?
Sağlık semtlerine uğramamış olanları var.
İlaç fiyatları öylesine uçuk ki, bir Gripin on lira diye yazmış eczane…
Çok değil Pandemi öncesi sadece 25 kuruştu.
On liraya belediyelerin ekmek büfelerinden ancak iki ekmek alabiliyorsunuz.
Katık olarak zeytin-peynir de mi yok diyen dünyadan bihaberler, zeytinin kilosu yüz lira, peynir yüz liranın üzerinde…
Yumurtanın tanesi üç lira…
Domates, biber, salatalık sorun bakalım kaç lira?
En ucuz zamanında dahi alamadıkları sebze ve meyve için pazar dağıldıktan sonra pazarı dolaşıyor insanlar, gerisini anlatamıyorum, konuşamıyorum.…
Dahası, ötesi çok daha içler acısı…
Ay dediğin otuz gün…
Günler derin, haftalar daha derin, aylar derinden de derin…
Kulağı yok mu yerin?
Varsa kulağın, neden duymazsın, niçin duymazsın yer!
Bilmez misin bu insanlar ne yer ne içer?
Derin yoksulluk görülmeyecek, fark edilmeyecek gibi mi?
Çaya dahi hasret kaldı insanlar, bir bardak çayda içemeyecekler böyle giderse…
*****
Hani Mevduatlar var ya, kur korumalı…
Esas okula aç giden çocuklarımızı korumalı…
Onların hiç değilse günde bir öğün karınlarını doyurmalı…
Beslenme çantaları boş, aç geliyor çocuklarımız okula aç…Hem de milyonlarcası…
Memurların, işçilerin elinde sefertasları…Sanmayın ki dolu…Yemek yapmak için sebze alacak, sefer tasına konacak meyveyi alacak maddi güç nerde?
Mutfaklarla küs ev hanımları. Tencere boş, tava boş…Güllük gülistanlık hava kime hoş?
Çocuk bezi fiyatları öylesine artmış ki, bebeği olanlar market-market dolaşıyorlar, olmadı defolu çocuk bezleri daha ucuz diye alınıyor. Fırsatçılar onu da fırsata çevirmişler, fiyatı uçurmuşlar içindeki bez miktarını yarıya indirmişler. Tel-tel dökülüyor insanlığımız. Dibe vurmuş vicdanımız!
Sonra süt, sonra yoğurt, sonra peynir! Yetişmek mümkün değil fiyatlarına ve zamlarına. Bereket versin Marketlere bakıp çıkmak bedava. Çocuğuna süt alamıyor derin yoksullar. Mama ise hayal…
Enflasyona bakıp, fiyatlara bakıp, haline ve ahvaline bakıp düşüne düşüne işin içinden çıkamamak! Hayal kurmayı unutmak! İki adım ötesini görememek! Ne yapacağını bilememek! Oturup hayata ve kadere kahretmektir derin yoksulluk. Daha da ne anlatalım ne söyleyelim ki…