Dört yıl önce, üniversitede yan sınıfta siyasal iletişim dersi veren Numan Kurtulmuş’un, ders çıkışı yanına yaklaşmış kendisiyle küçük bir röportaj yapıp yapamayacağımızı sormuştum. O ara 2011 genel seçimlerine hazırlanan Has Parti’nin genel başkanı olarak siyaset yapıyordu Kurtulmuş. Gündeminin çok yoğun olduğundan şikâyetle seçimden sonra etraflıca konuşabileceğimizi söylemişti. Saadet Partisi’nden olaylı bir şekilde ayrılmış, bir grup arkadaşıyla adına “Medeniyet Siyaseti Hareketi” dedikleri yeni bir oluşumun içine girmişlerdi. Doğal olarak ilk seçim deneyimini yaşayacak olmanın heyecanını taşıyordu. Beş on dakikalık ayaküstü konuşmamızdan arta kalan bir cümle hemen hemen şöyleydi: “Halktan oy istiyorum, vatandaş sen iyisin, seni biliyoruz diyor, ama gelecek seferki seçimde bana oy vereceğini söylüyor; ben de bana oy şimdi lazım diyorum.” Cümlenin son kısmını naif bir çaresizlikle tonladığını net hatırlıyorum. Siyaset dersleri veren biri için fazla aceleci bulmuştum sözlerini. Düpedüz ümitsizdi de. Siyasette inmek de var çıkmak da.
Lider siyasetçide asla olmayacak bir şey varsa o da ümitsizliktir. Eğer ki bir davaya sahip olduğu iddiasındaysa. Siyasetçi büyük umutların gerçekleşmesinin büyük çabalar gerektirdiğini bilerek yola çıkar. Çaba göstermeyen, sorumluluk üstlenmeyen, inisiyatif kullanamayan bir siyasetçinin gelecekten bir şey ummaya zaten hakkı yoktur. Başbakan/Cumhurbaşkanı Erdoğan buna en güzel örnektir. Bir şey öğretti tüm Türkiye’ye: siyaset dersle öğrenilen bir şey değildir, inişiyle çıkışıyla yaşanarak öğrenilen bir şeydir. Bunu da ders verir gibi yapmadı, yaşayarak gösterdi.
Nitekim Kurtulmuş’un başını çektiği Medeniyet Siyaseti’yle neyin murat edildiği tam da izah edilemeden girilen seçimlerde alınan sonuç herkesin malumu. Siyasal iletişim aslında tüm bu süreci anlamada, süreçte başvurulan yöntemleri kavramada iş gören bir disiplindir. Siyasi aktörün, parti programının, teşkilat yapılanmasının, siyasi propagandanın, kitleyle iletişimin ve tabii en önemlisi konjönktürün kendi içinde işleyen bir süreçlerle var oldukları ve bütün bu süreçlerin bir yerde ahenkle bütünleşerek siyasi başarıyı getirdikleri bir gerçektir. Özellikle siyasi aktörlerin kişisel menkıbelerinden etkilenerek politize edilen siyasi tarihimizde lider davranışlarını analiz etme yoluna gitmek tek başına bile anlamlı olabiliyor.
Mesela bu aralar adı Başbakanlık tartışmalarında geçen Kurtulmuş’un teorik öngörüsünde ısrarcı davransaydı, bunun günümüze yansıması nasıl olurdu diye insan düşünüyor. Eğer iyi bir satranç oyuncusuysanız, çabucak mat edeceğiniz biriyle oynamaktan haz etmezsiniz. Siyasette karşınıza aldığınız zayıf rakiplerin size sağladığı pratik faydalar olabilir elbette. Ama bu durum, siyasetin yalnızca pratik değerler üzerinden ilerlediğini göstermez bize. Hele Türkiye gibi bir ülkede, eskisinin derdi yenisinin endişesi arasında gergin, gerilimli bir hat üzerinde çabalama azminden, meseleyi siyasetin de ötesinde bir varoluş mücadelesi olarak içselleştirmekten başka seçeneğiniz yoktur. Bu mücadelenin adı ve çizgisi kondu: demokratikleşme. Millet aksayan tarafları olsa da demokratikleşmeye kararlı bir siyasi iradeden yana tavır alacağını kaç defadır gösteriyor. Bu güzel, fakat aksayan tarafların üzerinde durmak, demokratik hayatın bir lüzumu olan muhalefetin önemine binaen de biraz düşünmek gerekiyor.