Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir. En azından anayasamızda böyle yazar. Pekala ne kadar hukuk devletiyiz veya hukuk devleti miyiz?
Ülkemizde ne yazık ki hukuk ve hukuka karşı yapılan katliamlar her geçen gün artmaktadır. Bunun son zamanlardaki en bariz örneği ise senelerdir eleştirilen Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısında meydana getirilen değişiklerdir.
Adalet bakanının ve müsteşarının kurul bünyesine hiç girmemesi esasken, her ne hikmetse bizde adalet bakanı ve kardeşi lehine yapılan bir aileleştirme söz konusu…
Bu kurulun yapısını referandum vasıtası ile bu siyasal iktidar eleştirdikleri hale getirmedi mi? Bu hale getirmek için onlarca miting yapmadı mı? Şimdi kalkmış, “biz safmışız” diyorlar, “kandırılmışız” diyorlar. En hafif deyimiyle ayıptır.
Bu kurulun yapısında bir sorun varsa, paralellik varsa yine bu siyasal iktidarın sorumluluğundadır.
Eğer bunca yaşanan hukuk katliamlarının sorumlusu sıklıkla bahsi geçen paralel yapı ve kurul ise bu kurulu ve yapıyı böyle güçlü hale getiren ve bugüne kadar yaptıklarını görmezden gelen, sırtlarını sıvazlayan siyasal iktidar değil midir?
Hukuk silah olmamalıdır. Hukuk devlet elinde veya güç odaklarının elinde ihtiyaç halinde başvurulacak bir yol olmamalıdır.
Hukuk devletin temelidir. Muammer Aksoy’un da belirttiği gibi “devlet hukukla yaşar.”
Bir ülkede hukuktan çok hukuksuzluklar konuşuluyorsa ve hukuksuzluklar mağdur gösterilmeye çalışıyorsa hukukla yaşayan devletin şah damarı kesilmiş demektir.
Elbette darbe yapmak isteyenler yargılanmalıdır. Elbette Ergenekon denen yapılanmanın içinde bu zihniyette adamlar vardır. Üstlerine gidilmelidir. Ama kurunun yanında yaş da yanmıştır. Onlarca masum yurtsever, darbeci diye fişlenerek yıllarca zindanlarda kalmışlardır, mahkûm olmuşlardır.
Bazıları iftiraları onurlarına yediremeyip Ali Tatar gibi canlarına kıymıştır, bazıları da zindanlarda hastalanıp vefat etmişlerdir.
Öyle veya böyle…
O kadar can yitip gitmişken, gencecik fidanlar toprağa düşmüşken, hayatlar, ocaklar sönmüşken. Şimdilerde iktidara yakın isimler yolsuzluk ile anılınca “paralel yapı” diyerek hukuku oynamalarını son derece manidar buluyorum. Açıklanan bütün yolsuzluklar, bütün hukuksuzlukların zamanlaması manidar. Üstlerine gidenler paralel yapı…
Ergenekon yapılanması ortaya çıkarılırken atanan polisler, savcılar, hâkimler; kahraman Türk yargısının mensuplarıyken.
Şimdi silah-olarak gördükleri hukuk- siyasal iktidara yönelince; polisler emir eri, savcılar militan, hakimler paralel…
Hukukçuların cesur olmaları şarttır. Doğru bildiklerini gördüklerini söylemeleri, yazmaları şarttır. Adalet mülkün yani devletin temelidir. Adalet mülk edinmenin temeli değildir… Olmamalıdır.
Dicle’nin kıyısında kaybolan bir koyunun hesabını Hz. Ömer’den soran ilahi adalet; elbette hukuku silah olarak her kim kullanıyorsa, kendi menfaatine gelecek şekilde yapılanmalar yapıyorsa ve her kim hukuku çıkarı için katlediyorsa onlardan hesabını soracaktır.
En kutsal haklardan biri olan savunma hakkının yargıdaki temsilcisi avukatlar da ne yazık ki hukuk sistemimiz içerisinde dışlanmaktadır. Avukatlar gereği gibi mesleklerini icra edebilmek için seslerini biraz yükselttikleri zaman yaka-paça gözaltına alınmakta, tutuklanmaktadırlar... Bütün bu olaylar karşısında sessiz kalanları, özellikle hukukçu meslektaşlarımı yadırgadığımı belirtmek isterim. Bizler hukukçuyuz. Olaylara siyasetten önce hukuk penceresinden bakmalıyız ve objektif değerlendirmelerle toplumu aydınlatmalıyız. Hukukçu işine veya görüşüne göre şekil değiştirmez. Hukukun ve hukukçunun bir duruşu vardır. Olmalıdır. Haksızlıklar karşısında susmaz. Doğru bildiğini hukuk çerçevesinde söyler. Uygular…
Hukukla bu kadar oynanmaz. Hukukçu kullanılmaz. Hukuk herkese lazımdır.
Her zaman söylediğim gibi.
Herkes için hukuk. Herkes için adalet. Herkes için avukat…