Dijitalleşmenin birçok boyutunu yaşadığımız ve dijital alemin geleceğine dair uzun uzun düşündüğümüz bir dönemde Cumhurbaşkanımız, ‘’dijital alemin en yoğun kullanılan araçlarının kapatılması gerektiğine yönelik bir yorum olarak anlaşılan’’ konuşmasını gerçekleştirdi. Hemen sonrasında konuşmanın bu şekilde yorumlanmasının doğru olmadığını belirten açıklamalar hem Ak Parti’den hem de İletişim Başkanı Fahrettin Altun tarafından yapıldı. Cumhurbaşkanımızın muradının sosyal medyanın kapatılmasına yönelik olmadığını ancak bu mercilerin tamamının düzenlemeler ile denetlenebilir hale gelmesine yönelik bir görüşe sahip olduğu ifade edildi.
Cumhurbaşkanı’nın yaptığı bu açıklama öncesinde yaşananların büyük bir etkisi olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle Berat Albayrak’ın, yeni dünyaya gelmiş çocuğu ile ilgili bir paylaşım sonrasında kimi hesaplarca organize edilen iğrenç saldırıların, bu noktaya gelinmesinde son damla olduğu kabul edilebilir. Bu iğrenç saldırıyı organize edenlerin bir kısmı da tutuklandı.
Bütün bu süreç itibariyle sosyal medyanın geldiği aşama tek bir boyuttan değerlendirilerek anlaşılması mümkün değildir. Tek bir boyut ve pencereden yapılan değerlendirmeler ya da çalışmalar konunun anlaşılmadığına işaret etmektedir. Sosyal medyayı kontrol etmek, denetlemek ve buradaki pespayeliğe müdahalede bulunmak çok önemli olmakla birlikte zannedildiği kadar kolay değildir.
Öncelikle sosyal medyanın pespayeliği ve gerçeği saklama, hakikati itibarsızlaştırma biçimlerine dair görüşlerime ulaşmak için ‘’Hakikatin Önemsizleştirilmesi’’ başlıklı yazımı okuyabilirsiniz. Bu yazıda konuya dair görüşlerimi dile getirdiğim için tekrar bu konuya ayrıntılı değinmeyeceğim. Ancak sosyal medyanın hakikati itibarsızlaştırma ve gerçeği çarpıtma aracı olması kadar bunlara su taşıyanlara da eğilmek gerekmektedir.
Sosyal medyada vasatın çok düşmesi ve pespayeliğin prim yapıyor olmasının bir boyutuna yönelik perdeyi biraz aralayalım. Bu merciinin öneminin anlaşılması ile birlikte topluma ulaşmanın en kıymetli aracı olarak görülmeye başlandı. Reklam sektörünün artık buraya kaydığı, her gün bir yenisini ile tanıştığımız sosyal medya fenomenlerinin ana akım ünlülerden daha fazla takip edildiği bir durum ortaya çıktı.
Farklı farklı sosyal medya kanallarında milyonların takibine sahip olan 15-25 yaş arasında yoğunlaşan fenomenlerin kısa videolarının oldukça büyük bir sektöre dönüştüğünü söyleyebiliriz. TikTok, İnstagram, YouTube kanallarının her birinin kendi içerik tarzı ve takipçi profiline göre bir fenomen havuzuna sahip olduğunu görüyoruz.
Sosyal medyanın kendine ait literatürü itibariyle ‘’Influencer’’ diye isimlendirilen bu kişilerin çok yüksek takipçi sayıları sayesinde, çok büyük bir pazarda, oldukça fazla para kazandığı da bilinmektedir.
Özellikle TikTok isimli sosyal medya platformunun daha alt yaş gruplarına hitap ediyor olmasıyla tam olarak fark edilemediğini düşünmekteyim. Kısa videoların yayınlandığı bu platformda ‘’TikToker’’ olarak tanımlanan çok takipçisi olan hesap sahiplerinin de oldukça genç yaşlarda olması dikkat çekiyor. Öte yandan buralarda üretilen içeriklerin şiddet, cinsellik, psikolojik bunalım alt metinleri itibariyle oldukça pornografik olduğunu söylemek gerekiyor. Çok küçük yaşlardaki çocuklar tarafından takip edilen bu platformun bahsedilen içerikleri ile çok daha büyük tehlike arz ettiğini fark etmemiz büyük bir öneme sahip.
Bunların yanında, sosyal medyanın toplumsal hareketler üzerindeki etkisi ve algı yönetimi gücünün görüldüğü bir dönem sonrasında Twitter başta olmak üzere birçok platform bu amaçla çalışan hesaplarla doldu. Arap Baharı sonrasında dünyanın dikkatini çeken sosyal medyanın toplumsal hareketler üzerindeki gücü artık bütün otoritelerin ana gündemi oluverdi. Türkiye’de özellikle Gezi Parkı Eylemleri sonrasında bunun daha net anlaşıldığını gördük.
Bu süreç sonrasında otoritelerin hepsi kendi sosyal medya ordularını kurma yarışına girişti. Binlerce ajans kuruldu ve kurulan bu ajanslar ‘’algı yönetimi’’ için çalışmaya başladı. Şirketler, kurumlar ve siyasi partiler/gruplar bu alana çok büyük yatırım yapar hale geldi. Bir yalan haberin sosyal medyada yayılması için hayal edemeyeceğim miktarda paralar ödenip sahte hesaplar aracılığıyla bu operasyonun yapıldığı bir pazar oluştu. Aynı şekilde yayılan yalan haberle mücadele etmek için de aynı pazarda yüksek paralar harcamak gerektiğine şahit olmuştum.
O dönemde bu alandaki boşluğu fark edip yatırım yapan kimi tanıdıklarım(sahte hesaplar yönetenler), ortalama bir mühendis, avukat, devlet memuru maaşının 7-8 katı gelir elde ediyorlar. Üstelik misyonları ve kurumlarla toplantıları itibariyle bakıldığında epey bir sosyolog saygınlığına da sahipler.
Çok açık ifade ediyorum ki bizatihi bildiklerim çerçevesinde hemen hemen bütün partiler, kurumlar bu çalışmalara yönelik oldukça para harcıyor. Bu konuda kimsenin kimseye sözü olduğunu da düşünmüyorum. Üstelik yaratılan bu sektördeki siyasi bağlantılarda hiç basit değildir.
Sosyal Medyayı Engellemek ya da Kontrol Etmek Mümkün mü?
Sosyal medyanın engellemenin mümkün olmadığını ve gelişen teknolojileri anlamadan bu çalışmaların hiçbir sonuç vermeyeceğinin de fark edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu çalışmalar kapsamında kullanılan ve ziyadesiyle önemli gördüğüm iki kavram çerçevesinde bu konuya farklı bir bakış açısı getirmek istiyorum.
Dijital yerli ve Dijital göçmen kavramları çerçevesinde konunun değerlendirilmesi önemlidir.
Dijital yerli, teknoloji ile doğar doğmaz tanışan, bilgisayar ve teknolojilerini ana dilinden önce öğrenmeyi başaran ve bunları kullanan/yöneten bir kitledir. Çevrimiçi sosyal ağları hayatının merkezine oturtmuş ve hayatını bu merkeze göre dizayn eden yeni çağa doğmuş her bir birey bu kitleye aittir. Kolay bilgiye ulaşma alışkanları sebebiyle oldukça tahammülsüz ve dijital dünyada kendi kimliklerini inşa edebilecek kadar bu alana hakim kişilerdir. Bu kitle ekseriyetle 16-24 yaş aralığı olarak tanımlanıyor olsa da şu anda alt sınır oldukça aşağıdadır. Artık bir yaşına gelen çocuğun elindeki telefonla kurduğu bağa bakılınca bunun ne anlama geldiği daha net anlaşılmaktadır.
Dijital göçmen ise analog dünyaya doğmuş ancak teknolojiye uyum sağlayabilmiş kitleyi tanımlamaktadır. Ancak dijital dil, ana dili değildir. Bunun için de yeni bir dil öğrenirken çekilen sancıların hepsini dijital dünyada çekmektedir. Üstelik anadili olmadığından oldukça ağdalı bir üslupla dijital dil kullanmaktadır.
Dijital Göçmen ebeveynlerin telefon kullanan dijital yerli çocuklarına ‘’yazılımcı olacak bu’’ diye bakmaları, bu kavramların anlaşılması adına önemli bir örnektir. Okuma yazma bilmeyen bir çocuğun Youtube’da istediği içeriğe ulaşması ve buradaki reklam aracılığıyla ilgisini çeken TikTok’u indirebilmesine dair dijital göçmen bir anne babanın bakışı, çocuğun dahi olduğuna yöneliktir.
Oysa zaten dijital yerli bir çocuğun anadili olan dijital dile hakimiyeti bu biçimde okunamaz. Çocuğun anadilinde ve merkezinde bulunan bir dünyada olduğun unutmamak gerekiyor.
Dolayısıyla dijital göçmenler, dijital yerlilerin sosyal medya erişimini engelleyemezler. Daha 7- 8 yaşındaki çocuğun VPN’den haberdar olduğu bir dünyada bu mümkün gözükmemektedir. Buradaki dinamik yapı ve siber dünya, devletlerden çok daha hızlı ilerlemektedir.
Ancak bu alanın çerçevesinin düzenlenmesi ve uluslararası yasa çalışmaları da takip edilerek bir çalışma yürütülmelidir. Devlet, siber alandaki insan kaynağını çok daha artırmalıdır.
Bir de sosyal medyada sahte hesaplar ile yapılan saldırılara yönelik tavırda iki yüzlü olmamalıyız. Her türlü yalan, gerçeği çarpıtan ve hakikati ötekileştiren kaynağa karşı durmalıyız.